Ligin organizasyon ve oluşum açısından en çok ilgi çeken iki takımının eşleşmesi de kendilerine yakışır oldu. 5. maça kadar uzadı ve seri içinde iki takımda büyük düşüşler ve patlamalar yaşadı. Ev sahibi olma avnatajlarının gidip geldiği, bazı maçlar hücumda bazı maçlarda da savunmada büyük işler çıkartan iki takımdan seriyi kazanan taraf Banvit oldu ve kendini yarı finale attı.
Normal sezondaki ilk karşılaşmayı kazanan taraf 70-62 ile Banvit olmuştu. Banvit'in kadrosunda Graves'in olması, Olin'de Seibutis'in olmayışı ve sezonun henüz başı olması gibi değişik parametreler olsa da bu maçta Banvit özellikle 3.çeyrekteki performansıyla galip gelen taraf olmuştu.
İkinci maça kadar geçen süre içinde tabi ki performans değişiklikleri ve kadro değişiklikleri oldu. Şöyle ki; Olin belki de kendisinden hiç beklenmeyen bir performansla ligin kaliteli takımlarına kök söktürürken, Banvit'te Orhun Ene'nin yerleştirdiği sistemi tamamıyla benimseyip emin adımlarla ilerliyordu. Bu süreçte iki takımda da öne çıkan isimler oldu. Barış Ermiş'in oyunu yönlendirme, kritik zamanlarda sorumluluk alma gibi özellikleri Banvit'e müthiş bir katkı sağlarken, Olin Edirne'de Seibutis muazzam hücum performansları göstererek, takımının en çok ihtiyaç duyduğu anda sorumluluğu alıp galibiyetler getirdi.
Edirne'de oynanan ikinci maçta Seibutis 18 sayıyla öne çıkarken, Doliboa yarattığı eşleşme problemini iyi değerlendirmişti. Olin özellikle 2.ve 3. periyotlardaki sert savunmasıyla da maçı koparmış ve 74-60 kazanmıştı. Normal sezondaki iki maçta da göze çarpan şu olmuştu. İlk maçı kazanan Banvit'in oyun kurucusu Barış Ermiş, Can Akın'a göre daha kontrollü oynamıştı ve takımını iyi yönetmişti. Bu da skora yansımıştı. İkinci maçta ağır basan taraf Can Akın olunca da kazanan taraf Olin Edirne olmuştu. Topu daha iyi paylaşan tarafın az skorlu geçen bu maçlarda öne çıkması da hücum ribaundu ve kolay sayılar kadar önemliydi.
Normal sezonun sonunda Olin 7.sıradaydı ve rakibi ya Galatasaray ya da Banvit olacaktı. Olin tarafı iki maçta da yendiği Galatasaray'ı isterken, son hafta maçları sonunda Banvit'le eşleşti. 0-0 başlayan seride Banvit ligi 2.sırada bitirdiği için ilk iki maçı evinde oynama avantajınıda elinde bulunduruyordu.
Play-off ilk maçında Olin Edirne 3 çeyrek geride götürdüğü maçı son çeyrekteki 27-13'lük skorla önce uzatmaya götürdü, uzatmadan da 87-84'lük bir galibiyet çıkardı. Lig maçlarında da olduğu gibi Samardjiski, Banvit uzunlarına karşı bütün maç faul problemi yaşadı. Bu sebepten dolayı daha fazla süre alan Davud Kamer ise çok büyük oynadı bu maç ve Seibutis'le beraber galibiyeti takımına getirdi. Hücumda birebirlerinden bulduğu sayıların dışında, içeriden dışarı yaptığı paslarla da takımın geri kalanına uygun pozisyonlar yarattı. Banvit 3 çeyrek iyi oynadığı maçın son çeyreğinde Olin'in serilerine yanıt veremedi. Hücumdaki acelecilikleri, kendi potalarına hızlı hücum sayısı olarak geri döndü. Barış Ermiş'in maçın genelindeki kötü performansı da bu direncin gösterilememesine büyük oranda etki etti.
İkinci maçta daha derli toplu bir Banvit vardı ve maçın başından sonuna kadar konsantrasyonlarını da hiç düşürmeden etkili bir oyun oynadılar ve 77-59 kazanarak Edirne'ye 1-1 eşitlikle taşıdılar seriyi. Samardjiski'nin yine faul problemi yaşadığı maçta Barış Ermiş 15 sayı 6 asistle galibiyete ciddi bir katkı verdi.
Edirne'deki ilk maçta Banvit Dixon'dan yoksun çıktı.Maçın başından sonuna kadar heyecan hiç düşmedi ve Banvit 68-62 galip gelen taraf oldu. Seibutis'ten 25 sayı, Can Akın'dan 12 sayı 8 asist gibi play-off'da fark yaratacak katkılar alan Olin üç uzunundan toplam 17 sayı bulabildi ve faul problemi yaşayan bu uzunlar Lance Williams'ın 23 sayısına engel olamadı. Golubovic'te çok kritik anlarda 10 sayı üreterek yakın giden skorda takımını öne taşıdı. Fakat maçın kahramanları son 2 dakikada ürettiği 3 asistle Barış Ermiş ve yine maçın son bölümünde 2 top çalma 1 hücum ribaundu yapan Erol Can Çinko oldu.
Dördüncü maç Olin için ya tamam ya devam niteliğindeydi. Bu durumda oyunculara tamamıyla yansımış görünüyordu. Çünkü 3 maçta toplam 9 sayı üreten Reha Öz 13 sayı, kısıtlı süreler alan Ginevicius 4/4 üçlük isabeti ve koç Gökhan Taştimur'un eşleşme problemi yaratması için görev verdiği Caner Ercan 15 sayı üretince Banvit bu kadar ekstra performansın altından kalkamadı. Maçın başında farkı açan Olin, rakibine kolay hücum şanslarıda vermeyince Banvit dış atışlara yöneldi. Yüzdeler de düşük olunca Olin 81-52 ile çok rahat bir galibiyet aldı ve seriyi son maça, Bandırma'ya taşıdı.
Serinin son maçında Banvit ilk devre Lance Williams'ı hücumda çok kullandı ve serinin klasikleşen olayı Samardjiski'yi faul problemine soktu. Bu dönemde Williams'tan da yüzdeli hücumlar alan Banvit maçın özellikle üçüncü periyotunda Simmons'u da ekleyerek plana müthiş bir patlama yaptı. Alan savunmasına çözüm üretemeyen Olin bu çeyrekte sadece 8 sayı üretebildi. Tüm sezon 3.çeyreklerde gösterdiği etkili performanslarla galibiyetler alan Olin, bu sefer kötü oynadığı bir 3.çeyrekle maçı ve seriyi kaybetti. Takımın yıldızı Seibutis 28 dakika oyunda kalmasına rağmen sadece 5 top kullandı ve takımının alan savunmasına hücum etmekte güçlük çektiği dakikalarda bir farklılık yaratamadı. 71-60 kazanan Banvit, yarı finalde Galatasaray'ın rakibi oldu.
Maçların kısa özetlerini, önemli noktalarını ve istatistiklerini vurgulamaya çalıştım. Bunların dışında da seriyi anlatabilecek noktalar var. Öncelikle Olin Edirne büyük bir takdiri hak ediyor. Çok derin olmayan bir kadroyla, sürekli faul problemi yaşayan bir uzunla bu seriyi 5.maça kadar taşıdı. Seri içinde ve maçların içinde çok etkileyici performanslarda gösterdiler ama Seibutis'i dinlendirme ve Samardjiski'ye alternatif üretme konusunda problemler yaşadılar. Yine de seriyi kazanmaları benim açımdan bir sürpriz teşkil etmeyecekti. Onlar çok doğru bir oluşum içindeler. Taraftarlarıyla, projeleriyle ve şehirin desteğiyle daha da ileri gideceklerinden bir şüphem yok; Seibutis ve Samardjiski'yi kadrolarında tutma şartıyla. Çünkü bu iki oyuncu üzerine takım kurulabilecek oyuncular ve eğer bunları kaptırırsanız, yerine getireceğiniz yabancıları, takviye etmek zorunda olduğunuz yerlilerle kaynaştırmak ve uyumu yakalamak, beklentilerinde artacağı önümüzdeki sene bu kadar kolay olmayabilir. Yine de kendilerini tebrik ediyorum ve başarılarının daimi olacağına inanıyorum.
Gelelim serinin kazananı Banvit'e. Onlar zaten Olin Edirne'ye örnek olabilecek düzeyde bir organizasyona ve istikrara sahip. Orhun Ene'nin doğru ve paylaşımcı basketbolunu oynayan Banvit, yabancılarından azami katkıyı almayı da biliyor. Barış Ermiş'in önderliğinde ne zaman vitesi arttıracağını da bilen takımda, zaman zaman genç oyuncular Yiğitcan, İzzet, Erol Can ve Şafak önemli süreler ve sorumluluklar alıyor. Gençler ellerinden geleni fazlasıyla takıma katıyor ve hem kendileri bu kritik maçları oynayarak tecrübe kazanıyor hem de takımlarını ileri taşıyorlar. Dixon'u takıma monte etmek isterken, sıkıntılı dönemler yaşadılar, bazen kendi kimliklerinin çok dışında bir basketbol oynadılar ama tekrar doğru yaptıkları işleri hatırladılar. Galatasaray serisinde başarılar Banvit'e...
height="600" src="http://www.flatcast.com/de/Player.aspx?sid=338122" width="800"> > < /div>
26 Mayıs 2011 Perşembe
2 Mayıs 2011 Pazartesi
Doğru Planlama ve İstikrar: Genç Banvitliler
Bir önceki yazıda yaşadığım nefret kusmasından sonra bence turnuvanın en keyifli yanıyla başlayacağım basketbolu anlatmaya. Genç Banvitliler takımı, belki favori gelmediler turnuvaya ama herkese müthiş bir basketbol izlettiler ve harika bir organizasyon ürünü olduklarını gösterdiler. Ben de yakalayabildiğim ölçüde size anlatmaya çalışacağım.
Bir kere her şeyden önce bir Genç Banvitliler realitesinden bahsetmek lazım, hem de uzun uzun. Üç maçlarını da kazanmaları ciddi bir başarıdır. Çünkü bu takım tecrübeli iki uzun Ufuk Gürgen ve Marko Kolaric dışında 90-91-92 doğumlu oyunculardan kurulmuş, sonuç odaklı olmadan, oyuncu yetiştirmeyi, doğru basketbol oynamayı hedefleyen bir takım. Bunu nereden anladığımı sorarsanız, molalarda, periyot aralarında ve oyuncu değişikliklerinde, yani kısaca her fırsatta koç Ahmet Gürgen oyuncularına yanlışlarını söyleyip, doğrusunu anlatma işini bıkmadan, usanmadan yaptı. Kaliteli olmalarının yanına, çok da ahlaklı ve düzgün sporculardan kurulmuş bir takım olmaları onlara ayrıca saygı kazandırdı.
İşin teknik kısımlarına gelirsek; ilk söylememiz gereken sanırım, Genç Banvitliler takımının diğer 3 takıma göre boy ortalamasının çok yüksek olması. Neredeyse her eşleşmede bir kafa yukarıda oynuyorlar.Ayrıca Ufuk Gürgen ve Kolaric'de boy avantajı dışında kuvvet olarak da sağlam pivotları olmayan diğer takımlara ağır basıyor. Bunun dışında yardım savunmasını çok iyi yapan, Banvitliler özellikle tam saha baskısında da çeşitli varyasyonlar deneyerek, rakibini şaşırtabiliyor.
Oyuncuları teker teker ele almak gerekirse, ilk sırayı tartışmasız Erol Can Çinko'ya vermek gerekir. Üç maçı 25 sayı ortalamayla bitirdi. 30/15 gibi bir üçlük yüzdesi tutturdu. Bunlar istatistik olarak başlı başına ilgi çekici fakat benim değinmek istediğim durum çok başka. Maçları çıplak gözle izlemek, hatta bazı maçlar bench arkasında izlemek farklı şeyleri görmemi de sağladı. Mesela Erol Can Çinko'nun molalarda takımını nasıl motive etmeye çalıştığını, hücumda eline geleni değil, takımının ihtiyacı olan şutu attığını, savunmada kendini hücuma saklama peşinde olmadan nasıl konsantre olduğunu görebildim. Genç Banvitliler'in akıbeti ne olur bilemem ama Türk basketbolu, saha dışında da çok düzgün ahlaklı, önce iyi bir sporcu daha sonra da çok başarılı bir şutör kazanmaya çok yakın.
Bir başka beğeni toplayan oyuncu İzzet Türkyılmaz. Ki İtalyan basketbolunun efsanesi Fucka'ya benzerliğinden dolayı nam-ı değer Fucka İzzet. Fucka'ya sadece yüzüyle, boyuyla,kollarının uzunluğuyla benzemiyor İzzet. Hücumunun çeşitliliği de Fucka benzerliğinde. Perdelemeden çıkıp 3 sayılık basketler bulabildiği gibi, penetreler üzerinden, bire birlerden , hızlı hücumlardan ve bence çok başarılı olduğu hücum ribaundlarından rahatlıkla sayılar üretebiliyor. Vurduğu jeneriklik smaçları ise salonda olup da görmeliydiniz.
Genç Banvitliler, misyonu oyuncu yetiştirmek olan bir kulüp. Ama o kadar düzensiz ve hatalı yönetilen takımlar, büyük bütçeler var ki bu çocuklar ilk turda 3/3 yaptılar ve Eskişehir'de bir galibiyet çıkartırlarsa lige çıkmayı garantileyecekler. Sonrası için çeşitli söylentiler var. Özellikle Kayseri ve Eskişehir'den bazı takımların Genç Banvitlileri satın almayı istediğine yönelik. Banvit Spor Kulübü ise bizim potansiyelimiz iki takımı da birinci ligde kaldırır diye açıklama yaptı. Birinci Lig'e çıkılması durumunda oyuncu yetiştirme misyonunda bir farklılık olacak mı? Bunların hepsini yaşayıp göreceğiz ama ortada şöyle bir şey var ki bu takım bütün takdirleri hak ediyor.
Son paragramı da UniBanvit grubuna açıyorum. Bu kadar seyirci olaylarının çıktığı turnuvada tamamıyla takımlarına odaklanmış, tertemiz Üniversite genci hepsi. Diğer taraftar gruplarına da sürekli yapıcı yaklaşıp onların da takdirini alan çok samimi bir gruplar. Kendilerine de bu centilmenliklerinden ve takımlarına desteklerinden dolayı tebriklerimi sunuyorum.
Bir kere her şeyden önce bir Genç Banvitliler realitesinden bahsetmek lazım, hem de uzun uzun. Üç maçlarını da kazanmaları ciddi bir başarıdır. Çünkü bu takım tecrübeli iki uzun Ufuk Gürgen ve Marko Kolaric dışında 90-91-92 doğumlu oyunculardan kurulmuş, sonuç odaklı olmadan, oyuncu yetiştirmeyi, doğru basketbol oynamayı hedefleyen bir takım. Bunu nereden anladığımı sorarsanız, molalarda, periyot aralarında ve oyuncu değişikliklerinde, yani kısaca her fırsatta koç Ahmet Gürgen oyuncularına yanlışlarını söyleyip, doğrusunu anlatma işini bıkmadan, usanmadan yaptı. Kaliteli olmalarının yanına, çok da ahlaklı ve düzgün sporculardan kurulmuş bir takım olmaları onlara ayrıca saygı kazandırdı.
İşin teknik kısımlarına gelirsek; ilk söylememiz gereken sanırım, Genç Banvitliler takımının diğer 3 takıma göre boy ortalamasının çok yüksek olması. Neredeyse her eşleşmede bir kafa yukarıda oynuyorlar.Ayrıca Ufuk Gürgen ve Kolaric'de boy avantajı dışında kuvvet olarak da sağlam pivotları olmayan diğer takımlara ağır basıyor. Bunun dışında yardım savunmasını çok iyi yapan, Banvitliler özellikle tam saha baskısında da çeşitli varyasyonlar deneyerek, rakibini şaşırtabiliyor.
Oyuncuları teker teker ele almak gerekirse, ilk sırayı tartışmasız Erol Can Çinko'ya vermek gerekir. Üç maçı 25 sayı ortalamayla bitirdi. 30/15 gibi bir üçlük yüzdesi tutturdu. Bunlar istatistik olarak başlı başına ilgi çekici fakat benim değinmek istediğim durum çok başka. Maçları çıplak gözle izlemek, hatta bazı maçlar bench arkasında izlemek farklı şeyleri görmemi de sağladı. Mesela Erol Can Çinko'nun molalarda takımını nasıl motive etmeye çalıştığını, hücumda eline geleni değil, takımının ihtiyacı olan şutu attığını, savunmada kendini hücuma saklama peşinde olmadan nasıl konsantre olduğunu görebildim. Genç Banvitliler'in akıbeti ne olur bilemem ama Türk basketbolu, saha dışında da çok düzgün ahlaklı, önce iyi bir sporcu daha sonra da çok başarılı bir şutör kazanmaya çok yakın.
Bir başka beğeni toplayan oyuncu İzzet Türkyılmaz. Ki İtalyan basketbolunun efsanesi Fucka'ya benzerliğinden dolayı nam-ı değer Fucka İzzet. Fucka'ya sadece yüzüyle, boyuyla,kollarının uzunluğuyla benzemiyor İzzet. Hücumunun çeşitliliği de Fucka benzerliğinde. Perdelemeden çıkıp 3 sayılık basketler bulabildiği gibi, penetreler üzerinden, bire birlerden , hızlı hücumlardan ve bence çok başarılı olduğu hücum ribaundlarından rahatlıkla sayılar üretebiliyor. Vurduğu jeneriklik smaçları ise salonda olup da görmeliydiniz.
Genç Banvitliler, misyonu oyuncu yetiştirmek olan bir kulüp. Ama o kadar düzensiz ve hatalı yönetilen takımlar, büyük bütçeler var ki bu çocuklar ilk turda 3/3 yaptılar ve Eskişehir'de bir galibiyet çıkartırlarsa lige çıkmayı garantileyecekler. Sonrası için çeşitli söylentiler var. Özellikle Kayseri ve Eskişehir'den bazı takımların Genç Banvitlileri satın almayı istediğine yönelik. Banvit Spor Kulübü ise bizim potansiyelimiz iki takımı da birinci ligde kaldırır diye açıklama yaptı. Birinci Lig'e çıkılması durumunda oyuncu yetiştirme misyonunda bir farklılık olacak mı? Bunların hepsini yaşayıp göreceğiz ama ortada şöyle bir şey var ki bu takım bütün takdirleri hak ediyor.
Son paragramı da UniBanvit grubuna açıyorum. Bu kadar seyirci olaylarının çıktığı turnuvada tamamıyla takımlarına odaklanmış, tertemiz Üniversite genci hepsi. Diğer taraftar gruplarına da sürekli yapıcı yaklaşıp onların da takdirini alan çok samimi bir gruplar. Kendilerine de bu centilmenliklerinden ve takımlarına desteklerinden dolayı tebriklerimi sunuyorum.
"Ne Kadar Da Kötü Bir Spor Ülkesiyiz" Demeyen Bizden Değildir
Türkiye Basketbol İkinci Ligi'nde dörtlü finaller öncesi bir yazı yazıp, elimden geldiğince bir ön bilgi vermeye çalışmıştım. Turnuva başladı ve birbirinden keyifli, tadına doyulmaz maçlar oynandı. Ben turnuvanın organizasyon sıkıntılarını, genel eleştirilerini yapıp biraz canınızı sıkıp, lanet olsun bu ülkede yapılan spora dedirteceğim size.
Öncelikle turnuvanın bir TBF TV harici bir yayını olmaması, turnuva tarihi aylar önceden belliyken, hiç bir tanıtım yapılmaması, maç saatlerinin 2 gün önce açıklanması, belki de bu yüzden iddaa bültenine girememesi turnuva öncesi sıkıntılardı. Çünkü iddaa bültenine girmek veya TV yayını kulüpler için çok önemli gelirler ifade ediyor. Düşünün ki iddaa programına giren her basketbol takımı kaybetse bile 40 Bin Lira para kazanıyor.
İlk gün heyecanıyla salona gittiğimde elbette 10 bin kişi beklemiyordum karşımda. Maçlar saat 17.00'de başlayacaktı ve ben 16.00 gibi salondaydım. Tam biletimi verip girmeyi düşünürken bir sürprizle karşılaştım. O da daha içeri seyirci alımının başlanmamış olmasıydı. Maçın başlamasına 1 saat kala hem de turnuvanın ilk gününde kapıların açılmamış olmasını ise görev bölümü,toplantı,temizlik gibi çok komik sebeplerle açıkladılar.
Günün ilk maçında yaşananlar ise tam bir fiyaskoydu. Kepez Belediyesi-Selçuk Üniversitesi maçının devre arasında, salona girdiklerinden beri birbirlerine ağır küfür eden iki takımın taraftar grupları birbirine girdi. Biz kapı da didik didik aranırken, bir Kepezli taraftar içeri bıçak sokmayı başarmış ki etrafa çok rahatlıkla sallayabildi. Salonda polis yoktu, güvenlik görevlileri de az sayıda olunca kavgayı ayırmak güç oldu. Polis daha sonra salona geldi ve tampon bölge oluşturdu. Maç çıkışında da kavgalar devam etmiş, Selçuklu taraftarla Kepez'in takım otobüsünü taşlamış.
İkinci günde yaşanan olaylar bambaşka konular içeriyordu. Çünkü ilk günkü olaylardan ders alınmış olacak ki salonda yoğun polis önlemi vardı. İkinci günün olayı ise, kimin içeri alınıp kimin alınmayacağı konusundaydı. Evet bende kapıda şahit oldum, hakem kartlarıyla falan içeri girilmeye çalıştığına. Bunlara önlem de almak önemli. Çünkü elinizdeki bir malı pazarlamanız gerekiyor fakat bu pazarlamayı yaparken 25 yıllık antrenör Murat Özyer'i antrenörlük kartıyla içeri almamak, salona girerken kendisini ayakkabısına kadar aramak ayıptır, izansızlıktır. O kadar basketboldan uzak insanlar görev yaptı ki Yalçın Granit'i aramaya kalkan görevliler oldu. Ama aynı salonda devre arasında taraftarlar bu sefer kantin bölümünde birbirine girdi.
Sezon içinde yaşanan kavgadan dolayı bütün maç "Hacettepe köpeğine" diye tezahürat yapan Selçuklu taraftarlara ise herhangi bir uyarı veya anons gelmedi. Diyeceksiniz ki, neler neler söyleniyor buna anons mu gerekir? Ama hatırlatırım ki Galatasaray taraftarları "Turgay Demirel İstifa" diye bağırdıkları için 2 defa anons yapıldı geçtiğimiz hafta. Hangisinin düzeyli bir protesto, hangisinin hakaret içerdiğini de size bırakıyorum.
Hacettepe Üniversitesi- Selçuk Üniversitesi maçında da saha içinde oyuncular gerginlikler yaşadı. Tribünleri tahrik edecek hareketler de oldu ama tam maç olaysız bitti derken bu sefer soyunma odalarının olduğu bölümde iki takım oyuncuları olay çıkarmış. Hacettepe cephesinin iddiası şu; Selçuklu birkaç oyuncu küfür etmişler, karşılık bulamayınca da iyice hırslanıp soyunma odasını basmak istemişler. Hacettepe yöneticileri de soyunma odasının kapısını kitleyip olaya karışmamış. Selçuk cephesinin iddiası da , maç bitip soyunma odasına giderken zaten moral bozukluğu da üstümüzdeyken, Hacettepeli oyuncular ağır küfürler ettiler. Biz de bunun üstüne tepki gösterdik. Artık hangisi doğru hangisi yanlış iki tarafın vicdanına kalıyor.
Gelelim üçüncü ve İstanbul ayağının son gününe. Bugün artık herşeyin zıvanadan çıktığı bir gündü. Turnuvada kritik maçlar vardı bu yüzden her takımın taraftar sayısı diğer günlere göre daha fazlaydı. Kapılar maç başlamadan 20 dakika önce açıldığı için bütün takımların taraftarlarını görme fırsatımız oldu. Selçuk taraftarlarının bazıları ( Üniversiteden gelmeyenler ) otobüslerden inemediler, çünkü o kadar sarhoşlardı ki önlerini göremiyorlardı. Dışarıda yine Kepez taraftarlarıyla karşılaşıp kısa süreli kavga etmeleri artık turnuvanın şanından sayıldığı için yine anlatmıyorum. Salona girişler yine gecikti ve kimi alacakları kimi almayacakları konusunda yaşanan sıkıntılara bir çözüm bulamadılar. Son gün yepyeni bir uygulama geldi, o da bozuk paraları toplamak.
Polis önlemleri üst düzeydeydi. Maçlar art arda olduğu için kim nerede oturacak, nasıl giriş-çıkış yapacak belirlenmişti. Bu yüzden taraftar bazlı bir sorun çıkmadı. Sorun büyük ölçüde saha içindeydi. Son haftaların en tartışmalı hakemi Engin Kennerman Genç Banvitliler-Selçuk Üniversitesi maçının baş hakemiydi. Yine verdiği, vermediği kararlarla, oyunculara ve antrenörlere tutumuyla bütün antipatikliğini gösterdi. Faulü yanlış oyuncuya yazıldığına itiraz eden Ahmet Gürgen'e abartmıyorum bir fırçası vardı ki ben oturduğum yerde utandım.
Evet bu 3 günde yaşanan ne kadar kötü, ruh sıkıcı, bu ülkede spor yapmanın, izlemenin ne kadar çirkin bir şey olabileceğini anlattım. Ama bir sonraki yazımı izlerken emin olun ki bu kadar şeye rağmen biz böyle oyuncular ve oyunlar çıkartabiliyorsak önümüz çok açıktır diyeceksiniz, seni temin ediyorum.
Öncelikle turnuvanın bir TBF TV harici bir yayını olmaması, turnuva tarihi aylar önceden belliyken, hiç bir tanıtım yapılmaması, maç saatlerinin 2 gün önce açıklanması, belki de bu yüzden iddaa bültenine girememesi turnuva öncesi sıkıntılardı. Çünkü iddaa bültenine girmek veya TV yayını kulüpler için çok önemli gelirler ifade ediyor. Düşünün ki iddaa programına giren her basketbol takımı kaybetse bile 40 Bin Lira para kazanıyor.
İlk gün heyecanıyla salona gittiğimde elbette 10 bin kişi beklemiyordum karşımda. Maçlar saat 17.00'de başlayacaktı ve ben 16.00 gibi salondaydım. Tam biletimi verip girmeyi düşünürken bir sürprizle karşılaştım. O da daha içeri seyirci alımının başlanmamış olmasıydı. Maçın başlamasına 1 saat kala hem de turnuvanın ilk gününde kapıların açılmamış olmasını ise görev bölümü,toplantı,temizlik gibi çok komik sebeplerle açıkladılar.
Günün ilk maçında yaşananlar ise tam bir fiyaskoydu. Kepez Belediyesi-Selçuk Üniversitesi maçının devre arasında, salona girdiklerinden beri birbirlerine ağır küfür eden iki takımın taraftar grupları birbirine girdi. Biz kapı da didik didik aranırken, bir Kepezli taraftar içeri bıçak sokmayı başarmış ki etrafa çok rahatlıkla sallayabildi. Salonda polis yoktu, güvenlik görevlileri de az sayıda olunca kavgayı ayırmak güç oldu. Polis daha sonra salona geldi ve tampon bölge oluşturdu. Maç çıkışında da kavgalar devam etmiş, Selçuklu taraftarla Kepez'in takım otobüsünü taşlamış.
İkinci günde yaşanan olaylar bambaşka konular içeriyordu. Çünkü ilk günkü olaylardan ders alınmış olacak ki salonda yoğun polis önlemi vardı. İkinci günün olayı ise, kimin içeri alınıp kimin alınmayacağı konusundaydı. Evet bende kapıda şahit oldum, hakem kartlarıyla falan içeri girilmeye çalıştığına. Bunlara önlem de almak önemli. Çünkü elinizdeki bir malı pazarlamanız gerekiyor fakat bu pazarlamayı yaparken 25 yıllık antrenör Murat Özyer'i antrenörlük kartıyla içeri almamak, salona girerken kendisini ayakkabısına kadar aramak ayıptır, izansızlıktır. O kadar basketboldan uzak insanlar görev yaptı ki Yalçın Granit'i aramaya kalkan görevliler oldu. Ama aynı salonda devre arasında taraftarlar bu sefer kantin bölümünde birbirine girdi.
Sezon içinde yaşanan kavgadan dolayı bütün maç "Hacettepe köpeğine" diye tezahürat yapan Selçuklu taraftarlara ise herhangi bir uyarı veya anons gelmedi. Diyeceksiniz ki, neler neler söyleniyor buna anons mu gerekir? Ama hatırlatırım ki Galatasaray taraftarları "Turgay Demirel İstifa" diye bağırdıkları için 2 defa anons yapıldı geçtiğimiz hafta. Hangisinin düzeyli bir protesto, hangisinin hakaret içerdiğini de size bırakıyorum.
Hacettepe Üniversitesi- Selçuk Üniversitesi maçında da saha içinde oyuncular gerginlikler yaşadı. Tribünleri tahrik edecek hareketler de oldu ama tam maç olaysız bitti derken bu sefer soyunma odalarının olduğu bölümde iki takım oyuncuları olay çıkarmış. Hacettepe cephesinin iddiası şu; Selçuklu birkaç oyuncu küfür etmişler, karşılık bulamayınca da iyice hırslanıp soyunma odasını basmak istemişler. Hacettepe yöneticileri de soyunma odasının kapısını kitleyip olaya karışmamış. Selçuk cephesinin iddiası da , maç bitip soyunma odasına giderken zaten moral bozukluğu da üstümüzdeyken, Hacettepeli oyuncular ağır küfürler ettiler. Biz de bunun üstüne tepki gösterdik. Artık hangisi doğru hangisi yanlış iki tarafın vicdanına kalıyor.
Gelelim üçüncü ve İstanbul ayağının son gününe. Bugün artık herşeyin zıvanadan çıktığı bir gündü. Turnuvada kritik maçlar vardı bu yüzden her takımın taraftar sayısı diğer günlere göre daha fazlaydı. Kapılar maç başlamadan 20 dakika önce açıldığı için bütün takımların taraftarlarını görme fırsatımız oldu. Selçuk taraftarlarının bazıları ( Üniversiteden gelmeyenler ) otobüslerden inemediler, çünkü o kadar sarhoşlardı ki önlerini göremiyorlardı. Dışarıda yine Kepez taraftarlarıyla karşılaşıp kısa süreli kavga etmeleri artık turnuvanın şanından sayıldığı için yine anlatmıyorum. Salona girişler yine gecikti ve kimi alacakları kimi almayacakları konusunda yaşanan sıkıntılara bir çözüm bulamadılar. Son gün yepyeni bir uygulama geldi, o da bozuk paraları toplamak.
Polis önlemleri üst düzeydeydi. Maçlar art arda olduğu için kim nerede oturacak, nasıl giriş-çıkış yapacak belirlenmişti. Bu yüzden taraftar bazlı bir sorun çıkmadı. Sorun büyük ölçüde saha içindeydi. Son haftaların en tartışmalı hakemi Engin Kennerman Genç Banvitliler-Selçuk Üniversitesi maçının baş hakemiydi. Yine verdiği, vermediği kararlarla, oyunculara ve antrenörlere tutumuyla bütün antipatikliğini gösterdi. Faulü yanlış oyuncuya yazıldığına itiraz eden Ahmet Gürgen'e abartmıyorum bir fırçası vardı ki ben oturduğum yerde utandım.
Evet bu 3 günde yaşanan ne kadar kötü, ruh sıkıcı, bu ülkede spor yapmanın, izlemenin ne kadar çirkin bir şey olabileceğini anlattım. Ama bir sonraki yazımı izlerken emin olun ki bu kadar şeye rağmen biz böyle oyuncular ve oyunlar çıkartabiliyorsak önümüz çok açıktır diyeceksiniz, seni temin ediyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)