BASKETBOL TRİBÜNÜ
Yazılarımızı istediğiniz gibi paylaşabilirsiniz, bilgi paylaştıkça büyür.
height="600" src="http://www.flatcast.com/de/Player.aspx?sid=338122" width="800"> > < /div>
15 Ocak 2012 Pazar
Veda...
Bizi takip eden, yazdığımız satırları okuyan herkese teşekkürler, Aybars Aksu ve Erhan Arslan iki basketsever kardeş kadar yakın olan bizler, işler çok iyi gittiği için bu bloga veda etmek kararı aldık. Sıfırdan başladığımız bu deneme buraya kadarmış, artık farklı yerlerde yazıyoruz. Aybars Aksu'nun son derece başarılı yazılarını SalsaBasket'te okuyabilirsiniz. Erhan Arslan ise Konyalı Portlandlılar blogundan sonra şimdi de NBATR.com adresinde yazmakta. Bizi bu zamana kadar yalnız bırakmayan anketlerimize tıklayan herkese teşekkürü borç biliriz.
31 Temmuz 2011 Pazar
ENDÜSTRİYEL BEŞİKTAŞ
Sporda endüstrileşmenin müthiş bir ivme kazandığı bu dönemlerde, tüm takımlarımızın popüler deyimle PR çalışmaları yapması olağan karşılanabilir. Çünkü insanların ilgisini çekmek, spora ayrılan bütçelerden daha çok pay almak ve hatta yeni kaynaklar yaratabilmek bu endüstrileşmede ileri taşıyabilir size. Fakat bir de sporun doğası gereği olması gerekenler, belli değerler ve daha çok amatör şubelerde vücut bulan bir “ruh” vardır. Bu ruh , hiç anlamadığımız bir branşta dahi takımımızı destekleme güdüsünü aşılar bize. Önce destek için gidilen bu amatör branşlar, zamanla ilgi alanlarımız bölümünde yer alınca, endüstrileşmenin aslında o kadar da “ruh” kavramıyla hoşlaşmadığını fark
Bu zıtlaşmanın sebebi belki “ruh” tanımında anti kapitalizm’in en başta yer alması temeldir. Fakat sporda endüstrileşme o kadar vahşidir ki ilk öz değerlerinizi sizden çalar. Eğer bu süreçte gerekli tepkiyi koyamazsanız, yani başarılar uğruna özünüzden vazgeçerseniz, kendinizi kapitalizmin kucağına bırakmışsınız demektir. O saatten sonra amatör ruhunuzun başına gelecek bütün olaylar maddiyatla ilgilidir. Şöyle ki ; yendiğinizde kulübünüzün iddaa’dan kaç para kazandığını, bilet hasılatını önemsersiniz. Şampiyonluk sizin için bilmem kaç trilyon gelir kapısı demektir. Bu da daha iyi oyuncular, daha gözde transferler ve kulübünüzün adını daha çok duyurmak demektir.
Nelerden vazgeçersiniz peki bu endüstrileşmek uğruna ? Salt galibiyet düşünen bir zihniyet, o gün kaç altyapı oyuncusu sahada umursar mı? Ya da son saniye basketini kimin attığının ne önemi vardır? Bu sonuç odaklılık, şimdi bize masal gibi gelen Spor Sergi geleneğini, Koraç Kupası’nı kaybettikten sonra ağlayan Aydın Örs-Petar Naumoski ruhunu, ve en önemlisi kendini paraya odaklamış gençlerimizi kaybettirir.
Bu kadar laf kalabalığından sonra şunu özetlemeliyim : Bugün Kobe Bryant eğer Beşiktaş’a gelecekse dünyanın her bir tarafında Beşiktaş ismi anılacaktır. Bu reklamı hiçbir maddi güçle de yapamazsanız, doğru. Peki siz kendinizi Ayşe Cora’nın ailesi ve onu bugünlere getiren antrenörleri yerinde koysanız ya da Murat Kutlu ve Buğrahan Tuncer’in, bu çocukların geleceklerini şekillendirme misyonunu üstlenmiş kulübün en fazla 1 senelik bir tanıtım için, bu kadar zamanın emeğini çöpe atmasını nasıl karşılardınız ?
Kim bilir kimler gelip geçmiştir Galatasaray Kadın Basketbol Takımı’ndan. Ne oyuncular ne yıldızlar. Ama hangimiz Kaptan-ı Derya’yı ( Derya Özyer) unutabiliriz. Ayşe Cora, Beşiktaş’ın Kaptan’ı Derya’sı olmalıydı, olacaktı da. Buğrahan Tuncer, altyapı turnuvalarında neredeyse triple-double seviyesinde istatistikler tutturdu. Bir altyapı oyuncusu daha ne yapabilir ki, yönetiminin gözüne girmek için. Bu kadar mı kolaydır, yılların emeğinden vazgeçmek ?
Şimdi oturup düşünelim. Şayet transferler gerçekleşirse 15 yıl sonra yine konuşacağız Beşiktaş’ın Kobe Bryant transferini. Ama unutmayalım ki Beşiktaş hem kadın hem erkek takımına 15 yıl hizmet verebilecek iki değerini kaybetmiştir.
İki “ruh” daha endüstri karşısında yenik düşmüştür…
Bu zıtlaşmanın sebebi belki “ruh” tanımında anti kapitalizm’in en başta yer alması temeldir. Fakat sporda endüstrileşme o kadar vahşidir ki ilk öz değerlerinizi sizden çalar. Eğer bu süreçte gerekli tepkiyi koyamazsanız, yani başarılar uğruna özünüzden vazgeçerseniz, kendinizi kapitalizmin kucağına bırakmışsınız demektir. O saatten sonra amatör ruhunuzun başına gelecek bütün olaylar maddiyatla ilgilidir. Şöyle ki ; yendiğinizde kulübünüzün iddaa’dan kaç para kazandığını, bilet hasılatını önemsersiniz. Şampiyonluk sizin için bilmem kaç trilyon gelir kapısı demektir. Bu da daha iyi oyuncular, daha gözde transferler ve kulübünüzün adını daha çok duyurmak demektir.
Nelerden vazgeçersiniz peki bu endüstrileşmek uğruna ? Salt galibiyet düşünen bir zihniyet, o gün kaç altyapı oyuncusu sahada umursar mı? Ya da son saniye basketini kimin attığının ne önemi vardır? Bu sonuç odaklılık, şimdi bize masal gibi gelen Spor Sergi geleneğini, Koraç Kupası’nı kaybettikten sonra ağlayan Aydın Örs-Petar Naumoski ruhunu, ve en önemlisi kendini paraya odaklamış gençlerimizi kaybettirir.
Bu kadar laf kalabalığından sonra şunu özetlemeliyim : Bugün Kobe Bryant eğer Beşiktaş’a gelecekse dünyanın her bir tarafında Beşiktaş ismi anılacaktır. Bu reklamı hiçbir maddi güçle de yapamazsanız, doğru. Peki siz kendinizi Ayşe Cora’nın ailesi ve onu bugünlere getiren antrenörleri yerinde koysanız ya da Murat Kutlu ve Buğrahan Tuncer’in, bu çocukların geleceklerini şekillendirme misyonunu üstlenmiş kulübün en fazla 1 senelik bir tanıtım için, bu kadar zamanın emeğini çöpe atmasını nasıl karşılardınız ?
Kim bilir kimler gelip geçmiştir Galatasaray Kadın Basketbol Takımı’ndan. Ne oyuncular ne yıldızlar. Ama hangimiz Kaptan-ı Derya’yı ( Derya Özyer) unutabiliriz. Ayşe Cora, Beşiktaş’ın Kaptan’ı Derya’sı olmalıydı, olacaktı da. Buğrahan Tuncer, altyapı turnuvalarında neredeyse triple-double seviyesinde istatistikler tutturdu. Bir altyapı oyuncusu daha ne yapabilir ki, yönetiminin gözüne girmek için. Bu kadar mı kolaydır, yılların emeğinden vazgeçmek ?
Şimdi oturup düşünelim. Şayet transferler gerçekleşirse 15 yıl sonra yine konuşacağız Beşiktaş’ın Kobe Bryant transferini. Ama unutmayalım ki Beşiktaş hem kadın hem erkek takımına 15 yıl hizmet verebilecek iki değerini kaybetmiştir.
İki “ruh” daha endüstri karşısında yenik düşmüştür…
26 Mayıs 2011 Perşembe
Tadı Damakta Bırakan Bir Seri: Banvit-Olin Edirne
Ligin organizasyon ve oluşum açısından en çok ilgi çeken iki takımının eşleşmesi de kendilerine yakışır oldu. 5. maça kadar uzadı ve seri içinde iki takımda büyük düşüşler ve patlamalar yaşadı. Ev sahibi olma avnatajlarının gidip geldiği, bazı maçlar hücumda bazı maçlarda da savunmada büyük işler çıkartan iki takımdan seriyi kazanan taraf Banvit oldu ve kendini yarı finale attı.
Normal sezondaki ilk karşılaşmayı kazanan taraf 70-62 ile Banvit olmuştu. Banvit'in kadrosunda Graves'in olması, Olin'de Seibutis'in olmayışı ve sezonun henüz başı olması gibi değişik parametreler olsa da bu maçta Banvit özellikle 3.çeyrekteki performansıyla galip gelen taraf olmuştu.
İkinci maça kadar geçen süre içinde tabi ki performans değişiklikleri ve kadro değişiklikleri oldu. Şöyle ki; Olin belki de kendisinden hiç beklenmeyen bir performansla ligin kaliteli takımlarına kök söktürürken, Banvit'te Orhun Ene'nin yerleştirdiği sistemi tamamıyla benimseyip emin adımlarla ilerliyordu. Bu süreçte iki takımda da öne çıkan isimler oldu. Barış Ermiş'in oyunu yönlendirme, kritik zamanlarda sorumluluk alma gibi özellikleri Banvit'e müthiş bir katkı sağlarken, Olin Edirne'de Seibutis muazzam hücum performansları göstererek, takımının en çok ihtiyaç duyduğu anda sorumluluğu alıp galibiyetler getirdi.
Edirne'de oynanan ikinci maçta Seibutis 18 sayıyla öne çıkarken, Doliboa yarattığı eşleşme problemini iyi değerlendirmişti. Olin özellikle 2.ve 3. periyotlardaki sert savunmasıyla da maçı koparmış ve 74-60 kazanmıştı. Normal sezondaki iki maçta da göze çarpan şu olmuştu. İlk maçı kazanan Banvit'in oyun kurucusu Barış Ermiş, Can Akın'a göre daha kontrollü oynamıştı ve takımını iyi yönetmişti. Bu da skora yansımıştı. İkinci maçta ağır basan taraf Can Akın olunca da kazanan taraf Olin Edirne olmuştu. Topu daha iyi paylaşan tarafın az skorlu geçen bu maçlarda öne çıkması da hücum ribaundu ve kolay sayılar kadar önemliydi.
Normal sezonun sonunda Olin 7.sıradaydı ve rakibi ya Galatasaray ya da Banvit olacaktı. Olin tarafı iki maçta da yendiği Galatasaray'ı isterken, son hafta maçları sonunda Banvit'le eşleşti. 0-0 başlayan seride Banvit ligi 2.sırada bitirdiği için ilk iki maçı evinde oynama avantajınıda elinde bulunduruyordu.
Play-off ilk maçında Olin Edirne 3 çeyrek geride götürdüğü maçı son çeyrekteki 27-13'lük skorla önce uzatmaya götürdü, uzatmadan da 87-84'lük bir galibiyet çıkardı. Lig maçlarında da olduğu gibi Samardjiski, Banvit uzunlarına karşı bütün maç faul problemi yaşadı. Bu sebepten dolayı daha fazla süre alan Davud Kamer ise çok büyük oynadı bu maç ve Seibutis'le beraber galibiyeti takımına getirdi. Hücumda birebirlerinden bulduğu sayıların dışında, içeriden dışarı yaptığı paslarla da takımın geri kalanına uygun pozisyonlar yarattı. Banvit 3 çeyrek iyi oynadığı maçın son çeyreğinde Olin'in serilerine yanıt veremedi. Hücumdaki acelecilikleri, kendi potalarına hızlı hücum sayısı olarak geri döndü. Barış Ermiş'in maçın genelindeki kötü performansı da bu direncin gösterilememesine büyük oranda etki etti.
İkinci maçta daha derli toplu bir Banvit vardı ve maçın başından sonuna kadar konsantrasyonlarını da hiç düşürmeden etkili bir oyun oynadılar ve 77-59 kazanarak Edirne'ye 1-1 eşitlikle taşıdılar seriyi. Samardjiski'nin yine faul problemi yaşadığı maçta Barış Ermiş 15 sayı 6 asistle galibiyete ciddi bir katkı verdi.
Edirne'deki ilk maçta Banvit Dixon'dan yoksun çıktı.Maçın başından sonuna kadar heyecan hiç düşmedi ve Banvit 68-62 galip gelen taraf oldu. Seibutis'ten 25 sayı, Can Akın'dan 12 sayı 8 asist gibi play-off'da fark yaratacak katkılar alan Olin üç uzunundan toplam 17 sayı bulabildi ve faul problemi yaşayan bu uzunlar Lance Williams'ın 23 sayısına engel olamadı. Golubovic'te çok kritik anlarda 10 sayı üreterek yakın giden skorda takımını öne taşıdı. Fakat maçın kahramanları son 2 dakikada ürettiği 3 asistle Barış Ermiş ve yine maçın son bölümünde 2 top çalma 1 hücum ribaundu yapan Erol Can Çinko oldu.
Dördüncü maç Olin için ya tamam ya devam niteliğindeydi. Bu durumda oyunculara tamamıyla yansımış görünüyordu. Çünkü 3 maçta toplam 9 sayı üreten Reha Öz 13 sayı, kısıtlı süreler alan Ginevicius 4/4 üçlük isabeti ve koç Gökhan Taştimur'un eşleşme problemi yaratması için görev verdiği Caner Ercan 15 sayı üretince Banvit bu kadar ekstra performansın altından kalkamadı. Maçın başında farkı açan Olin, rakibine kolay hücum şanslarıda vermeyince Banvit dış atışlara yöneldi. Yüzdeler de düşük olunca Olin 81-52 ile çok rahat bir galibiyet aldı ve seriyi son maça, Bandırma'ya taşıdı.
Serinin son maçında Banvit ilk devre Lance Williams'ı hücumda çok kullandı ve serinin klasikleşen olayı Samardjiski'yi faul problemine soktu. Bu dönemde Williams'tan da yüzdeli hücumlar alan Banvit maçın özellikle üçüncü periyotunda Simmons'u da ekleyerek plana müthiş bir patlama yaptı. Alan savunmasına çözüm üretemeyen Olin bu çeyrekte sadece 8 sayı üretebildi. Tüm sezon 3.çeyreklerde gösterdiği etkili performanslarla galibiyetler alan Olin, bu sefer kötü oynadığı bir 3.çeyrekle maçı ve seriyi kaybetti. Takımın yıldızı Seibutis 28 dakika oyunda kalmasına rağmen sadece 5 top kullandı ve takımının alan savunmasına hücum etmekte güçlük çektiği dakikalarda bir farklılık yaratamadı. 71-60 kazanan Banvit, yarı finalde Galatasaray'ın rakibi oldu.
Maçların kısa özetlerini, önemli noktalarını ve istatistiklerini vurgulamaya çalıştım. Bunların dışında da seriyi anlatabilecek noktalar var. Öncelikle Olin Edirne büyük bir takdiri hak ediyor. Çok derin olmayan bir kadroyla, sürekli faul problemi yaşayan bir uzunla bu seriyi 5.maça kadar taşıdı. Seri içinde ve maçların içinde çok etkileyici performanslarda gösterdiler ama Seibutis'i dinlendirme ve Samardjiski'ye alternatif üretme konusunda problemler yaşadılar. Yine de seriyi kazanmaları benim açımdan bir sürpriz teşkil etmeyecekti. Onlar çok doğru bir oluşum içindeler. Taraftarlarıyla, projeleriyle ve şehirin desteğiyle daha da ileri gideceklerinden bir şüphem yok; Seibutis ve Samardjiski'yi kadrolarında tutma şartıyla. Çünkü bu iki oyuncu üzerine takım kurulabilecek oyuncular ve eğer bunları kaptırırsanız, yerine getireceğiniz yabancıları, takviye etmek zorunda olduğunuz yerlilerle kaynaştırmak ve uyumu yakalamak, beklentilerinde artacağı önümüzdeki sene bu kadar kolay olmayabilir. Yine de kendilerini tebrik ediyorum ve başarılarının daimi olacağına inanıyorum.
Gelelim serinin kazananı Banvit'e. Onlar zaten Olin Edirne'ye örnek olabilecek düzeyde bir organizasyona ve istikrara sahip. Orhun Ene'nin doğru ve paylaşımcı basketbolunu oynayan Banvit, yabancılarından azami katkıyı almayı da biliyor. Barış Ermiş'in önderliğinde ne zaman vitesi arttıracağını da bilen takımda, zaman zaman genç oyuncular Yiğitcan, İzzet, Erol Can ve Şafak önemli süreler ve sorumluluklar alıyor. Gençler ellerinden geleni fazlasıyla takıma katıyor ve hem kendileri bu kritik maçları oynayarak tecrübe kazanıyor hem de takımlarını ileri taşıyorlar. Dixon'u takıma monte etmek isterken, sıkıntılı dönemler yaşadılar, bazen kendi kimliklerinin çok dışında bir basketbol oynadılar ama tekrar doğru yaptıkları işleri hatırladılar. Galatasaray serisinde başarılar Banvit'e...
Normal sezondaki ilk karşılaşmayı kazanan taraf 70-62 ile Banvit olmuştu. Banvit'in kadrosunda Graves'in olması, Olin'de Seibutis'in olmayışı ve sezonun henüz başı olması gibi değişik parametreler olsa da bu maçta Banvit özellikle 3.çeyrekteki performansıyla galip gelen taraf olmuştu.
İkinci maça kadar geçen süre içinde tabi ki performans değişiklikleri ve kadro değişiklikleri oldu. Şöyle ki; Olin belki de kendisinden hiç beklenmeyen bir performansla ligin kaliteli takımlarına kök söktürürken, Banvit'te Orhun Ene'nin yerleştirdiği sistemi tamamıyla benimseyip emin adımlarla ilerliyordu. Bu süreçte iki takımda da öne çıkan isimler oldu. Barış Ermiş'in oyunu yönlendirme, kritik zamanlarda sorumluluk alma gibi özellikleri Banvit'e müthiş bir katkı sağlarken, Olin Edirne'de Seibutis muazzam hücum performansları göstererek, takımının en çok ihtiyaç duyduğu anda sorumluluğu alıp galibiyetler getirdi.
Edirne'de oynanan ikinci maçta Seibutis 18 sayıyla öne çıkarken, Doliboa yarattığı eşleşme problemini iyi değerlendirmişti. Olin özellikle 2.ve 3. periyotlardaki sert savunmasıyla da maçı koparmış ve 74-60 kazanmıştı. Normal sezondaki iki maçta da göze çarpan şu olmuştu. İlk maçı kazanan Banvit'in oyun kurucusu Barış Ermiş, Can Akın'a göre daha kontrollü oynamıştı ve takımını iyi yönetmişti. Bu da skora yansımıştı. İkinci maçta ağır basan taraf Can Akın olunca da kazanan taraf Olin Edirne olmuştu. Topu daha iyi paylaşan tarafın az skorlu geçen bu maçlarda öne çıkması da hücum ribaundu ve kolay sayılar kadar önemliydi.
Normal sezonun sonunda Olin 7.sıradaydı ve rakibi ya Galatasaray ya da Banvit olacaktı. Olin tarafı iki maçta da yendiği Galatasaray'ı isterken, son hafta maçları sonunda Banvit'le eşleşti. 0-0 başlayan seride Banvit ligi 2.sırada bitirdiği için ilk iki maçı evinde oynama avantajınıda elinde bulunduruyordu.
Play-off ilk maçında Olin Edirne 3 çeyrek geride götürdüğü maçı son çeyrekteki 27-13'lük skorla önce uzatmaya götürdü, uzatmadan da 87-84'lük bir galibiyet çıkardı. Lig maçlarında da olduğu gibi Samardjiski, Banvit uzunlarına karşı bütün maç faul problemi yaşadı. Bu sebepten dolayı daha fazla süre alan Davud Kamer ise çok büyük oynadı bu maç ve Seibutis'le beraber galibiyeti takımına getirdi. Hücumda birebirlerinden bulduğu sayıların dışında, içeriden dışarı yaptığı paslarla da takımın geri kalanına uygun pozisyonlar yarattı. Banvit 3 çeyrek iyi oynadığı maçın son çeyreğinde Olin'in serilerine yanıt veremedi. Hücumdaki acelecilikleri, kendi potalarına hızlı hücum sayısı olarak geri döndü. Barış Ermiş'in maçın genelindeki kötü performansı da bu direncin gösterilememesine büyük oranda etki etti.
İkinci maçta daha derli toplu bir Banvit vardı ve maçın başından sonuna kadar konsantrasyonlarını da hiç düşürmeden etkili bir oyun oynadılar ve 77-59 kazanarak Edirne'ye 1-1 eşitlikle taşıdılar seriyi. Samardjiski'nin yine faul problemi yaşadığı maçta Barış Ermiş 15 sayı 6 asistle galibiyete ciddi bir katkı verdi.
Edirne'deki ilk maçta Banvit Dixon'dan yoksun çıktı.Maçın başından sonuna kadar heyecan hiç düşmedi ve Banvit 68-62 galip gelen taraf oldu. Seibutis'ten 25 sayı, Can Akın'dan 12 sayı 8 asist gibi play-off'da fark yaratacak katkılar alan Olin üç uzunundan toplam 17 sayı bulabildi ve faul problemi yaşayan bu uzunlar Lance Williams'ın 23 sayısına engel olamadı. Golubovic'te çok kritik anlarda 10 sayı üreterek yakın giden skorda takımını öne taşıdı. Fakat maçın kahramanları son 2 dakikada ürettiği 3 asistle Barış Ermiş ve yine maçın son bölümünde 2 top çalma 1 hücum ribaundu yapan Erol Can Çinko oldu.
Dördüncü maç Olin için ya tamam ya devam niteliğindeydi. Bu durumda oyunculara tamamıyla yansımış görünüyordu. Çünkü 3 maçta toplam 9 sayı üreten Reha Öz 13 sayı, kısıtlı süreler alan Ginevicius 4/4 üçlük isabeti ve koç Gökhan Taştimur'un eşleşme problemi yaratması için görev verdiği Caner Ercan 15 sayı üretince Banvit bu kadar ekstra performansın altından kalkamadı. Maçın başında farkı açan Olin, rakibine kolay hücum şanslarıda vermeyince Banvit dış atışlara yöneldi. Yüzdeler de düşük olunca Olin 81-52 ile çok rahat bir galibiyet aldı ve seriyi son maça, Bandırma'ya taşıdı.
Serinin son maçında Banvit ilk devre Lance Williams'ı hücumda çok kullandı ve serinin klasikleşen olayı Samardjiski'yi faul problemine soktu. Bu dönemde Williams'tan da yüzdeli hücumlar alan Banvit maçın özellikle üçüncü periyotunda Simmons'u da ekleyerek plana müthiş bir patlama yaptı. Alan savunmasına çözüm üretemeyen Olin bu çeyrekte sadece 8 sayı üretebildi. Tüm sezon 3.çeyreklerde gösterdiği etkili performanslarla galibiyetler alan Olin, bu sefer kötü oynadığı bir 3.çeyrekle maçı ve seriyi kaybetti. Takımın yıldızı Seibutis 28 dakika oyunda kalmasına rağmen sadece 5 top kullandı ve takımının alan savunmasına hücum etmekte güçlük çektiği dakikalarda bir farklılık yaratamadı. 71-60 kazanan Banvit, yarı finalde Galatasaray'ın rakibi oldu.
Maçların kısa özetlerini, önemli noktalarını ve istatistiklerini vurgulamaya çalıştım. Bunların dışında da seriyi anlatabilecek noktalar var. Öncelikle Olin Edirne büyük bir takdiri hak ediyor. Çok derin olmayan bir kadroyla, sürekli faul problemi yaşayan bir uzunla bu seriyi 5.maça kadar taşıdı. Seri içinde ve maçların içinde çok etkileyici performanslarda gösterdiler ama Seibutis'i dinlendirme ve Samardjiski'ye alternatif üretme konusunda problemler yaşadılar. Yine de seriyi kazanmaları benim açımdan bir sürpriz teşkil etmeyecekti. Onlar çok doğru bir oluşum içindeler. Taraftarlarıyla, projeleriyle ve şehirin desteğiyle daha da ileri gideceklerinden bir şüphem yok; Seibutis ve Samardjiski'yi kadrolarında tutma şartıyla. Çünkü bu iki oyuncu üzerine takım kurulabilecek oyuncular ve eğer bunları kaptırırsanız, yerine getireceğiniz yabancıları, takviye etmek zorunda olduğunuz yerlilerle kaynaştırmak ve uyumu yakalamak, beklentilerinde artacağı önümüzdeki sene bu kadar kolay olmayabilir. Yine de kendilerini tebrik ediyorum ve başarılarının daimi olacağına inanıyorum.
Gelelim serinin kazananı Banvit'e. Onlar zaten Olin Edirne'ye örnek olabilecek düzeyde bir organizasyona ve istikrara sahip. Orhun Ene'nin doğru ve paylaşımcı basketbolunu oynayan Banvit, yabancılarından azami katkıyı almayı da biliyor. Barış Ermiş'in önderliğinde ne zaman vitesi arttıracağını da bilen takımda, zaman zaman genç oyuncular Yiğitcan, İzzet, Erol Can ve Şafak önemli süreler ve sorumluluklar alıyor. Gençler ellerinden geleni fazlasıyla takıma katıyor ve hem kendileri bu kritik maçları oynayarak tecrübe kazanıyor hem de takımlarını ileri taşıyorlar. Dixon'u takıma monte etmek isterken, sıkıntılı dönemler yaşadılar, bazen kendi kimliklerinin çok dışında bir basketbol oynadılar ama tekrar doğru yaptıkları işleri hatırladılar. Galatasaray serisinde başarılar Banvit'e...
2 Mayıs 2011 Pazartesi
Doğru Planlama ve İstikrar: Genç Banvitliler
Bir önceki yazıda yaşadığım nefret kusmasından sonra bence turnuvanın en keyifli yanıyla başlayacağım basketbolu anlatmaya. Genç Banvitliler takımı, belki favori gelmediler turnuvaya ama herkese müthiş bir basketbol izlettiler ve harika bir organizasyon ürünü olduklarını gösterdiler. Ben de yakalayabildiğim ölçüde size anlatmaya çalışacağım.
Bir kere her şeyden önce bir Genç Banvitliler realitesinden bahsetmek lazım, hem de uzun uzun. Üç maçlarını da kazanmaları ciddi bir başarıdır. Çünkü bu takım tecrübeli iki uzun Ufuk Gürgen ve Marko Kolaric dışında 90-91-92 doğumlu oyunculardan kurulmuş, sonuç odaklı olmadan, oyuncu yetiştirmeyi, doğru basketbol oynamayı hedefleyen bir takım. Bunu nereden anladığımı sorarsanız, molalarda, periyot aralarında ve oyuncu değişikliklerinde, yani kısaca her fırsatta koç Ahmet Gürgen oyuncularına yanlışlarını söyleyip, doğrusunu anlatma işini bıkmadan, usanmadan yaptı. Kaliteli olmalarının yanına, çok da ahlaklı ve düzgün sporculardan kurulmuş bir takım olmaları onlara ayrıca saygı kazandırdı.
İşin teknik kısımlarına gelirsek; ilk söylememiz gereken sanırım, Genç Banvitliler takımının diğer 3 takıma göre boy ortalamasının çok yüksek olması. Neredeyse her eşleşmede bir kafa yukarıda oynuyorlar.Ayrıca Ufuk Gürgen ve Kolaric'de boy avantajı dışında kuvvet olarak da sağlam pivotları olmayan diğer takımlara ağır basıyor. Bunun dışında yardım savunmasını çok iyi yapan, Banvitliler özellikle tam saha baskısında da çeşitli varyasyonlar deneyerek, rakibini şaşırtabiliyor.
Oyuncuları teker teker ele almak gerekirse, ilk sırayı tartışmasız Erol Can Çinko'ya vermek gerekir. Üç maçı 25 sayı ortalamayla bitirdi. 30/15 gibi bir üçlük yüzdesi tutturdu. Bunlar istatistik olarak başlı başına ilgi çekici fakat benim değinmek istediğim durum çok başka. Maçları çıplak gözle izlemek, hatta bazı maçlar bench arkasında izlemek farklı şeyleri görmemi de sağladı. Mesela Erol Can Çinko'nun molalarda takımını nasıl motive etmeye çalıştığını, hücumda eline geleni değil, takımının ihtiyacı olan şutu attığını, savunmada kendini hücuma saklama peşinde olmadan nasıl konsantre olduğunu görebildim. Genç Banvitliler'in akıbeti ne olur bilemem ama Türk basketbolu, saha dışında da çok düzgün ahlaklı, önce iyi bir sporcu daha sonra da çok başarılı bir şutör kazanmaya çok yakın.
Bir başka beğeni toplayan oyuncu İzzet Türkyılmaz. Ki İtalyan basketbolunun efsanesi Fucka'ya benzerliğinden dolayı nam-ı değer Fucka İzzet. Fucka'ya sadece yüzüyle, boyuyla,kollarının uzunluğuyla benzemiyor İzzet. Hücumunun çeşitliliği de Fucka benzerliğinde. Perdelemeden çıkıp 3 sayılık basketler bulabildiği gibi, penetreler üzerinden, bire birlerden , hızlı hücumlardan ve bence çok başarılı olduğu hücum ribaundlarından rahatlıkla sayılar üretebiliyor. Vurduğu jeneriklik smaçları ise salonda olup da görmeliydiniz.
Genç Banvitliler, misyonu oyuncu yetiştirmek olan bir kulüp. Ama o kadar düzensiz ve hatalı yönetilen takımlar, büyük bütçeler var ki bu çocuklar ilk turda 3/3 yaptılar ve Eskişehir'de bir galibiyet çıkartırlarsa lige çıkmayı garantileyecekler. Sonrası için çeşitli söylentiler var. Özellikle Kayseri ve Eskişehir'den bazı takımların Genç Banvitlileri satın almayı istediğine yönelik. Banvit Spor Kulübü ise bizim potansiyelimiz iki takımı da birinci ligde kaldırır diye açıklama yaptı. Birinci Lig'e çıkılması durumunda oyuncu yetiştirme misyonunda bir farklılık olacak mı? Bunların hepsini yaşayıp göreceğiz ama ortada şöyle bir şey var ki bu takım bütün takdirleri hak ediyor.
Son paragramı da UniBanvit grubuna açıyorum. Bu kadar seyirci olaylarının çıktığı turnuvada tamamıyla takımlarına odaklanmış, tertemiz Üniversite genci hepsi. Diğer taraftar gruplarına da sürekli yapıcı yaklaşıp onların da takdirini alan çok samimi bir gruplar. Kendilerine de bu centilmenliklerinden ve takımlarına desteklerinden dolayı tebriklerimi sunuyorum.
Bir kere her şeyden önce bir Genç Banvitliler realitesinden bahsetmek lazım, hem de uzun uzun. Üç maçlarını da kazanmaları ciddi bir başarıdır. Çünkü bu takım tecrübeli iki uzun Ufuk Gürgen ve Marko Kolaric dışında 90-91-92 doğumlu oyunculardan kurulmuş, sonuç odaklı olmadan, oyuncu yetiştirmeyi, doğru basketbol oynamayı hedefleyen bir takım. Bunu nereden anladığımı sorarsanız, molalarda, periyot aralarında ve oyuncu değişikliklerinde, yani kısaca her fırsatta koç Ahmet Gürgen oyuncularına yanlışlarını söyleyip, doğrusunu anlatma işini bıkmadan, usanmadan yaptı. Kaliteli olmalarının yanına, çok da ahlaklı ve düzgün sporculardan kurulmuş bir takım olmaları onlara ayrıca saygı kazandırdı.
İşin teknik kısımlarına gelirsek; ilk söylememiz gereken sanırım, Genç Banvitliler takımının diğer 3 takıma göre boy ortalamasının çok yüksek olması. Neredeyse her eşleşmede bir kafa yukarıda oynuyorlar.Ayrıca Ufuk Gürgen ve Kolaric'de boy avantajı dışında kuvvet olarak da sağlam pivotları olmayan diğer takımlara ağır basıyor. Bunun dışında yardım savunmasını çok iyi yapan, Banvitliler özellikle tam saha baskısında da çeşitli varyasyonlar deneyerek, rakibini şaşırtabiliyor.
Oyuncuları teker teker ele almak gerekirse, ilk sırayı tartışmasız Erol Can Çinko'ya vermek gerekir. Üç maçı 25 sayı ortalamayla bitirdi. 30/15 gibi bir üçlük yüzdesi tutturdu. Bunlar istatistik olarak başlı başına ilgi çekici fakat benim değinmek istediğim durum çok başka. Maçları çıplak gözle izlemek, hatta bazı maçlar bench arkasında izlemek farklı şeyleri görmemi de sağladı. Mesela Erol Can Çinko'nun molalarda takımını nasıl motive etmeye çalıştığını, hücumda eline geleni değil, takımının ihtiyacı olan şutu attığını, savunmada kendini hücuma saklama peşinde olmadan nasıl konsantre olduğunu görebildim. Genç Banvitliler'in akıbeti ne olur bilemem ama Türk basketbolu, saha dışında da çok düzgün ahlaklı, önce iyi bir sporcu daha sonra da çok başarılı bir şutör kazanmaya çok yakın.
Bir başka beğeni toplayan oyuncu İzzet Türkyılmaz. Ki İtalyan basketbolunun efsanesi Fucka'ya benzerliğinden dolayı nam-ı değer Fucka İzzet. Fucka'ya sadece yüzüyle, boyuyla,kollarının uzunluğuyla benzemiyor İzzet. Hücumunun çeşitliliği de Fucka benzerliğinde. Perdelemeden çıkıp 3 sayılık basketler bulabildiği gibi, penetreler üzerinden, bire birlerden , hızlı hücumlardan ve bence çok başarılı olduğu hücum ribaundlarından rahatlıkla sayılar üretebiliyor. Vurduğu jeneriklik smaçları ise salonda olup da görmeliydiniz.
Genç Banvitliler, misyonu oyuncu yetiştirmek olan bir kulüp. Ama o kadar düzensiz ve hatalı yönetilen takımlar, büyük bütçeler var ki bu çocuklar ilk turda 3/3 yaptılar ve Eskişehir'de bir galibiyet çıkartırlarsa lige çıkmayı garantileyecekler. Sonrası için çeşitli söylentiler var. Özellikle Kayseri ve Eskişehir'den bazı takımların Genç Banvitlileri satın almayı istediğine yönelik. Banvit Spor Kulübü ise bizim potansiyelimiz iki takımı da birinci ligde kaldırır diye açıklama yaptı. Birinci Lig'e çıkılması durumunda oyuncu yetiştirme misyonunda bir farklılık olacak mı? Bunların hepsini yaşayıp göreceğiz ama ortada şöyle bir şey var ki bu takım bütün takdirleri hak ediyor.
Son paragramı da UniBanvit grubuna açıyorum. Bu kadar seyirci olaylarının çıktığı turnuvada tamamıyla takımlarına odaklanmış, tertemiz Üniversite genci hepsi. Diğer taraftar gruplarına da sürekli yapıcı yaklaşıp onların da takdirini alan çok samimi bir gruplar. Kendilerine de bu centilmenliklerinden ve takımlarına desteklerinden dolayı tebriklerimi sunuyorum.
"Ne Kadar Da Kötü Bir Spor Ülkesiyiz" Demeyen Bizden Değildir
Türkiye Basketbol İkinci Ligi'nde dörtlü finaller öncesi bir yazı yazıp, elimden geldiğince bir ön bilgi vermeye çalışmıştım. Turnuva başladı ve birbirinden keyifli, tadına doyulmaz maçlar oynandı. Ben turnuvanın organizasyon sıkıntılarını, genel eleştirilerini yapıp biraz canınızı sıkıp, lanet olsun bu ülkede yapılan spora dedirteceğim size.
Öncelikle turnuvanın bir TBF TV harici bir yayını olmaması, turnuva tarihi aylar önceden belliyken, hiç bir tanıtım yapılmaması, maç saatlerinin 2 gün önce açıklanması, belki de bu yüzden iddaa bültenine girememesi turnuva öncesi sıkıntılardı. Çünkü iddaa bültenine girmek veya TV yayını kulüpler için çok önemli gelirler ifade ediyor. Düşünün ki iddaa programına giren her basketbol takımı kaybetse bile 40 Bin Lira para kazanıyor.
İlk gün heyecanıyla salona gittiğimde elbette 10 bin kişi beklemiyordum karşımda. Maçlar saat 17.00'de başlayacaktı ve ben 16.00 gibi salondaydım. Tam biletimi verip girmeyi düşünürken bir sürprizle karşılaştım. O da daha içeri seyirci alımının başlanmamış olmasıydı. Maçın başlamasına 1 saat kala hem de turnuvanın ilk gününde kapıların açılmamış olmasını ise görev bölümü,toplantı,temizlik gibi çok komik sebeplerle açıkladılar.
Günün ilk maçında yaşananlar ise tam bir fiyaskoydu. Kepez Belediyesi-Selçuk Üniversitesi maçının devre arasında, salona girdiklerinden beri birbirlerine ağır küfür eden iki takımın taraftar grupları birbirine girdi. Biz kapı da didik didik aranırken, bir Kepezli taraftar içeri bıçak sokmayı başarmış ki etrafa çok rahatlıkla sallayabildi. Salonda polis yoktu, güvenlik görevlileri de az sayıda olunca kavgayı ayırmak güç oldu. Polis daha sonra salona geldi ve tampon bölge oluşturdu. Maç çıkışında da kavgalar devam etmiş, Selçuklu taraftarla Kepez'in takım otobüsünü taşlamış.
İkinci günde yaşanan olaylar bambaşka konular içeriyordu. Çünkü ilk günkü olaylardan ders alınmış olacak ki salonda yoğun polis önlemi vardı. İkinci günün olayı ise, kimin içeri alınıp kimin alınmayacağı konusundaydı. Evet bende kapıda şahit oldum, hakem kartlarıyla falan içeri girilmeye çalıştığına. Bunlara önlem de almak önemli. Çünkü elinizdeki bir malı pazarlamanız gerekiyor fakat bu pazarlamayı yaparken 25 yıllık antrenör Murat Özyer'i antrenörlük kartıyla içeri almamak, salona girerken kendisini ayakkabısına kadar aramak ayıptır, izansızlıktır. O kadar basketboldan uzak insanlar görev yaptı ki Yalçın Granit'i aramaya kalkan görevliler oldu. Ama aynı salonda devre arasında taraftarlar bu sefer kantin bölümünde birbirine girdi.
Sezon içinde yaşanan kavgadan dolayı bütün maç "Hacettepe köpeğine" diye tezahürat yapan Selçuklu taraftarlara ise herhangi bir uyarı veya anons gelmedi. Diyeceksiniz ki, neler neler söyleniyor buna anons mu gerekir? Ama hatırlatırım ki Galatasaray taraftarları "Turgay Demirel İstifa" diye bağırdıkları için 2 defa anons yapıldı geçtiğimiz hafta. Hangisinin düzeyli bir protesto, hangisinin hakaret içerdiğini de size bırakıyorum.
Hacettepe Üniversitesi- Selçuk Üniversitesi maçında da saha içinde oyuncular gerginlikler yaşadı. Tribünleri tahrik edecek hareketler de oldu ama tam maç olaysız bitti derken bu sefer soyunma odalarının olduğu bölümde iki takım oyuncuları olay çıkarmış. Hacettepe cephesinin iddiası şu; Selçuklu birkaç oyuncu küfür etmişler, karşılık bulamayınca da iyice hırslanıp soyunma odasını basmak istemişler. Hacettepe yöneticileri de soyunma odasının kapısını kitleyip olaya karışmamış. Selçuk cephesinin iddiası da , maç bitip soyunma odasına giderken zaten moral bozukluğu da üstümüzdeyken, Hacettepeli oyuncular ağır küfürler ettiler. Biz de bunun üstüne tepki gösterdik. Artık hangisi doğru hangisi yanlış iki tarafın vicdanına kalıyor.
Gelelim üçüncü ve İstanbul ayağının son gününe. Bugün artık herşeyin zıvanadan çıktığı bir gündü. Turnuvada kritik maçlar vardı bu yüzden her takımın taraftar sayısı diğer günlere göre daha fazlaydı. Kapılar maç başlamadan 20 dakika önce açıldığı için bütün takımların taraftarlarını görme fırsatımız oldu. Selçuk taraftarlarının bazıları ( Üniversiteden gelmeyenler ) otobüslerden inemediler, çünkü o kadar sarhoşlardı ki önlerini göremiyorlardı. Dışarıda yine Kepez taraftarlarıyla karşılaşıp kısa süreli kavga etmeleri artık turnuvanın şanından sayıldığı için yine anlatmıyorum. Salona girişler yine gecikti ve kimi alacakları kimi almayacakları konusunda yaşanan sıkıntılara bir çözüm bulamadılar. Son gün yepyeni bir uygulama geldi, o da bozuk paraları toplamak.
Polis önlemleri üst düzeydeydi. Maçlar art arda olduğu için kim nerede oturacak, nasıl giriş-çıkış yapacak belirlenmişti. Bu yüzden taraftar bazlı bir sorun çıkmadı. Sorun büyük ölçüde saha içindeydi. Son haftaların en tartışmalı hakemi Engin Kennerman Genç Banvitliler-Selçuk Üniversitesi maçının baş hakemiydi. Yine verdiği, vermediği kararlarla, oyunculara ve antrenörlere tutumuyla bütün antipatikliğini gösterdi. Faulü yanlış oyuncuya yazıldığına itiraz eden Ahmet Gürgen'e abartmıyorum bir fırçası vardı ki ben oturduğum yerde utandım.
Evet bu 3 günde yaşanan ne kadar kötü, ruh sıkıcı, bu ülkede spor yapmanın, izlemenin ne kadar çirkin bir şey olabileceğini anlattım. Ama bir sonraki yazımı izlerken emin olun ki bu kadar şeye rağmen biz böyle oyuncular ve oyunlar çıkartabiliyorsak önümüz çok açıktır diyeceksiniz, seni temin ediyorum.
Öncelikle turnuvanın bir TBF TV harici bir yayını olmaması, turnuva tarihi aylar önceden belliyken, hiç bir tanıtım yapılmaması, maç saatlerinin 2 gün önce açıklanması, belki de bu yüzden iddaa bültenine girememesi turnuva öncesi sıkıntılardı. Çünkü iddaa bültenine girmek veya TV yayını kulüpler için çok önemli gelirler ifade ediyor. Düşünün ki iddaa programına giren her basketbol takımı kaybetse bile 40 Bin Lira para kazanıyor.
İlk gün heyecanıyla salona gittiğimde elbette 10 bin kişi beklemiyordum karşımda. Maçlar saat 17.00'de başlayacaktı ve ben 16.00 gibi salondaydım. Tam biletimi verip girmeyi düşünürken bir sürprizle karşılaştım. O da daha içeri seyirci alımının başlanmamış olmasıydı. Maçın başlamasına 1 saat kala hem de turnuvanın ilk gününde kapıların açılmamış olmasını ise görev bölümü,toplantı,temizlik gibi çok komik sebeplerle açıkladılar.
Günün ilk maçında yaşananlar ise tam bir fiyaskoydu. Kepez Belediyesi-Selçuk Üniversitesi maçının devre arasında, salona girdiklerinden beri birbirlerine ağır küfür eden iki takımın taraftar grupları birbirine girdi. Biz kapı da didik didik aranırken, bir Kepezli taraftar içeri bıçak sokmayı başarmış ki etrafa çok rahatlıkla sallayabildi. Salonda polis yoktu, güvenlik görevlileri de az sayıda olunca kavgayı ayırmak güç oldu. Polis daha sonra salona geldi ve tampon bölge oluşturdu. Maç çıkışında da kavgalar devam etmiş, Selçuklu taraftarla Kepez'in takım otobüsünü taşlamış.
İkinci günde yaşanan olaylar bambaşka konular içeriyordu. Çünkü ilk günkü olaylardan ders alınmış olacak ki salonda yoğun polis önlemi vardı. İkinci günün olayı ise, kimin içeri alınıp kimin alınmayacağı konusundaydı. Evet bende kapıda şahit oldum, hakem kartlarıyla falan içeri girilmeye çalıştığına. Bunlara önlem de almak önemli. Çünkü elinizdeki bir malı pazarlamanız gerekiyor fakat bu pazarlamayı yaparken 25 yıllık antrenör Murat Özyer'i antrenörlük kartıyla içeri almamak, salona girerken kendisini ayakkabısına kadar aramak ayıptır, izansızlıktır. O kadar basketboldan uzak insanlar görev yaptı ki Yalçın Granit'i aramaya kalkan görevliler oldu. Ama aynı salonda devre arasında taraftarlar bu sefer kantin bölümünde birbirine girdi.
Sezon içinde yaşanan kavgadan dolayı bütün maç "Hacettepe köpeğine" diye tezahürat yapan Selçuklu taraftarlara ise herhangi bir uyarı veya anons gelmedi. Diyeceksiniz ki, neler neler söyleniyor buna anons mu gerekir? Ama hatırlatırım ki Galatasaray taraftarları "Turgay Demirel İstifa" diye bağırdıkları için 2 defa anons yapıldı geçtiğimiz hafta. Hangisinin düzeyli bir protesto, hangisinin hakaret içerdiğini de size bırakıyorum.
Hacettepe Üniversitesi- Selçuk Üniversitesi maçında da saha içinde oyuncular gerginlikler yaşadı. Tribünleri tahrik edecek hareketler de oldu ama tam maç olaysız bitti derken bu sefer soyunma odalarının olduğu bölümde iki takım oyuncuları olay çıkarmış. Hacettepe cephesinin iddiası şu; Selçuklu birkaç oyuncu küfür etmişler, karşılık bulamayınca da iyice hırslanıp soyunma odasını basmak istemişler. Hacettepe yöneticileri de soyunma odasının kapısını kitleyip olaya karışmamış. Selçuk cephesinin iddiası da , maç bitip soyunma odasına giderken zaten moral bozukluğu da üstümüzdeyken, Hacettepeli oyuncular ağır küfürler ettiler. Biz de bunun üstüne tepki gösterdik. Artık hangisi doğru hangisi yanlış iki tarafın vicdanına kalıyor.
Gelelim üçüncü ve İstanbul ayağının son gününe. Bugün artık herşeyin zıvanadan çıktığı bir gündü. Turnuvada kritik maçlar vardı bu yüzden her takımın taraftar sayısı diğer günlere göre daha fazlaydı. Kapılar maç başlamadan 20 dakika önce açıldığı için bütün takımların taraftarlarını görme fırsatımız oldu. Selçuk taraftarlarının bazıları ( Üniversiteden gelmeyenler ) otobüslerden inemediler, çünkü o kadar sarhoşlardı ki önlerini göremiyorlardı. Dışarıda yine Kepez taraftarlarıyla karşılaşıp kısa süreli kavga etmeleri artık turnuvanın şanından sayıldığı için yine anlatmıyorum. Salona girişler yine gecikti ve kimi alacakları kimi almayacakları konusunda yaşanan sıkıntılara bir çözüm bulamadılar. Son gün yepyeni bir uygulama geldi, o da bozuk paraları toplamak.
Polis önlemleri üst düzeydeydi. Maçlar art arda olduğu için kim nerede oturacak, nasıl giriş-çıkış yapacak belirlenmişti. Bu yüzden taraftar bazlı bir sorun çıkmadı. Sorun büyük ölçüde saha içindeydi. Son haftaların en tartışmalı hakemi Engin Kennerman Genç Banvitliler-Selçuk Üniversitesi maçının baş hakemiydi. Yine verdiği, vermediği kararlarla, oyunculara ve antrenörlere tutumuyla bütün antipatikliğini gösterdi. Faulü yanlış oyuncuya yazıldığına itiraz eden Ahmet Gürgen'e abartmıyorum bir fırçası vardı ki ben oturduğum yerde utandım.
Evet bu 3 günde yaşanan ne kadar kötü, ruh sıkıcı, bu ülkede spor yapmanın, izlemenin ne kadar çirkin bir şey olabileceğini anlattım. Ama bir sonraki yazımı izlerken emin olun ki bu kadar şeye rağmen biz böyle oyuncular ve oyunlar çıkartabiliyorsak önümüz çok açıktır diyeceksiniz, seni temin ediyorum.
30 Nisan 2011 Cumartesi
Celtics- Heat Eşleşmesi
Serilere girerken, olasılıkları düşünürken, ortaya bazı senaryolar koyarken, tabii ki biraz normal sezon karşılaşmaları kadar geriye gitmek gerektiğini düşündüm. Sonra da biraz daha geriye gidip, LeBron James'in Celtics'ten ne kadar çektiği de aklıma geldi. Hazır yarın seri başlamadan biraz istatistik, biraz tarihsel özet ile bir ortaya karışık yapayım dedim.
Hatırlarsak James Cavs formasıyla da benzer maceralar yaşamıştı iki kere. Celtics 2008'de şampiyonluğa koşarken karşısına James ve ekibi çıkmıştı. James seri boyunca tavan ve taban yapan rakamlar gösterdi bize. Örneğin ilk maç, 12 sayı 10 top kaybı, altıncı maçta 32 sayı, yedinci maçta 45 sayı ile oynamıştı. Aynı maçta (yedinci maç) Pierce da kırklı sayıları geçmişti ve mükemmel bir düello izlemiştik. Geçen sezon ise, Cavs bu sefer Celtics'e altı maç dayanmıştı ve altıncı maçta da LeBron 27 sayı 19 ribaund ve 10 asist yapmıştı, fakat seri o maçla bitmişti. Hatta o maç James'in Cavs forması ile son maçı olmuştu, maçın çıkışında formayı çıkardıktan sonra gideceği konuşulmaya başlanmıştı. İşte oralardan geldi, şu an Heat takımıyla, bir yüzük macerasında daha Celtics karşısında. Üçüncü kez bunu deneyecek. Hatırlatayım, ne kral James, ne de D-Wade kariyerlerinde Celtics'i eleyemediler.
Celtics sezonu 3-1 önde kapadı Heat karşısında ve yedinci maçtaki ev saha avantajına sahip olacaklar (eğer oynanırsa). Gerçi ilk iki maç Miami'nin sezon başındaki karanlık zamanlarına denk geldi ama galibiyet galibiyettir. Heat de son maçı uçurum farkıyla kazandı. Bu seriye baktığımızda ise, Heat'in ilk beşi çok önemli, yani Chalmers-Bibby ve Anthony- Big Z (Ilgauskas) arasındaki seçimler takımın karakteri açısından çok etkili olacaktır. Bunun dışında da, üç sayılık isabet oranları da Celtics'e karşı %28 şeklinde idi. Ray Allen'ın Knicks serisindeki referanslarına bakarsak, Heat'ın da üçlük olarak Celtics ile yarışabilmesi bu anlamda önemli. Tabii Heat takımının maçın son dakikalarında, maç kazanacak şutları sokamamaları başlarına başka dertler açabilir. Maçlara da zaten iyi başlamıyorlar. Aradaki dönemde yakaladıkları serilerle maçı çeviriyor veya maça tutunuyorlar. Celtics takımının tecrübesini ve maç sonlarında bunu nasıl kullandıklarını düşünürsek, demek istediğim ortaya çıkacaktır. Aklıma gelmişken bahsedeyim, Bosh da geçen seriyi çok iyi oynadı. Eğer sakatlıktan geri dönme ihtimali olan Haslem da dakikaları paylaşabilirse, Heat uzunları Celtics uzunlarını dengeler rotasyon derinliği açısından.
Boston'un avantajları ise, her zamanki gibi TD Garden, tecrübe ve savunma olacaktır. Pozisyon açısından bakarsak da Garnett- Bosh, Pierce- James, Allen- Wade gibi eşleşmeler çok başa baş görünüyor kağıt üzerinde. Perkins'ten sonra, yumuşak karnı pota altı olan Celtics için bu sorun olabilir dememiz zor, çünkü Heat için aynı pozisyon içler acısı durumda sezon başından beri. Dampier'ın ilaç olacağını düşünmek de komik biraz (aklıma hep serbest atıştan yaptığı airball geliyor !). Kalan pozisyon da da Rondo farkıyla Celtics önde. Rondo geçen seride gerçekten çok iyi oynadı (19 sayı 12 asist ve 7.3 ribaund). Bu seride de böyle oynarsa, savunmada da etkin olursa (Rondo'nun LeBron savunması konusunda bakınız geçen seneki Cavs- Celtics eşleşmesi) ben Celtics'i birkaç adım önde görüyorum seride. Ayrıca sadece oyun kurucu değil, Allen çoğu zaman sezon içinde Wade'i deyim yerindeyse bitirmişti. Wade Celtics karşısında sezon içinde dört maçın toplamında 12.8 sayı ve %30'un altında isabet ile inanılmaz kötü oynadı. Şayet bir de Shaqtus takıma katılıp sağlam bir katkı yaparsa kısa süreli de olsa (dün çalışmalara katılmış biraz biraz) seri 4-2 Celtics lehine sonuçlanır diye düşünüyorum.
Hatırlarsak James Cavs formasıyla da benzer maceralar yaşamıştı iki kere. Celtics 2008'de şampiyonluğa koşarken karşısına James ve ekibi çıkmıştı. James seri boyunca tavan ve taban yapan rakamlar gösterdi bize. Örneğin ilk maç, 12 sayı 10 top kaybı, altıncı maçta 32 sayı, yedinci maçta 45 sayı ile oynamıştı. Aynı maçta (yedinci maç) Pierce da kırklı sayıları geçmişti ve mükemmel bir düello izlemiştik. Geçen sezon ise, Cavs bu sefer Celtics'e altı maç dayanmıştı ve altıncı maçta da LeBron 27 sayı 19 ribaund ve 10 asist yapmıştı, fakat seri o maçla bitmişti. Hatta o maç James'in Cavs forması ile son maçı olmuştu, maçın çıkışında formayı çıkardıktan sonra gideceği konuşulmaya başlanmıştı. İşte oralardan geldi, şu an Heat takımıyla, bir yüzük macerasında daha Celtics karşısında. Üçüncü kez bunu deneyecek. Hatırlatayım, ne kral James, ne de D-Wade kariyerlerinde Celtics'i eleyemediler.
Celtics sezonu 3-1 önde kapadı Heat karşısında ve yedinci maçtaki ev saha avantajına sahip olacaklar (eğer oynanırsa). Gerçi ilk iki maç Miami'nin sezon başındaki karanlık zamanlarına denk geldi ama galibiyet galibiyettir. Heat de son maçı uçurum farkıyla kazandı. Bu seriye baktığımızda ise, Heat'in ilk beşi çok önemli, yani Chalmers-Bibby ve Anthony- Big Z (Ilgauskas) arasındaki seçimler takımın karakteri açısından çok etkili olacaktır. Bunun dışında da, üç sayılık isabet oranları da Celtics'e karşı %28 şeklinde idi. Ray Allen'ın Knicks serisindeki referanslarına bakarsak, Heat'ın da üçlük olarak Celtics ile yarışabilmesi bu anlamda önemli. Tabii Heat takımının maçın son dakikalarında, maç kazanacak şutları sokamamaları başlarına başka dertler açabilir. Maçlara da zaten iyi başlamıyorlar. Aradaki dönemde yakaladıkları serilerle maçı çeviriyor veya maça tutunuyorlar. Celtics takımının tecrübesini ve maç sonlarında bunu nasıl kullandıklarını düşünürsek, demek istediğim ortaya çıkacaktır. Aklıma gelmişken bahsedeyim, Bosh da geçen seriyi çok iyi oynadı. Eğer sakatlıktan geri dönme ihtimali olan Haslem da dakikaları paylaşabilirse, Heat uzunları Celtics uzunlarını dengeler rotasyon derinliği açısından.
Boston'un avantajları ise, her zamanki gibi TD Garden, tecrübe ve savunma olacaktır. Pozisyon açısından bakarsak da Garnett- Bosh, Pierce- James, Allen- Wade gibi eşleşmeler çok başa baş görünüyor kağıt üzerinde. Perkins'ten sonra, yumuşak karnı pota altı olan Celtics için bu sorun olabilir dememiz zor, çünkü Heat için aynı pozisyon içler acısı durumda sezon başından beri. Dampier'ın ilaç olacağını düşünmek de komik biraz (aklıma hep serbest atıştan yaptığı airball geliyor !). Kalan pozisyon da da Rondo farkıyla Celtics önde. Rondo geçen seride gerçekten çok iyi oynadı (19 sayı 12 asist ve 7.3 ribaund). Bu seride de böyle oynarsa, savunmada da etkin olursa (Rondo'nun LeBron savunması konusunda bakınız geçen seneki Cavs- Celtics eşleşmesi) ben Celtics'i birkaç adım önde görüyorum seride. Ayrıca sadece oyun kurucu değil, Allen çoğu zaman sezon içinde Wade'i deyim yerindeyse bitirmişti. Wade Celtics karşısında sezon içinde dört maçın toplamında 12.8 sayı ve %30'un altında isabet ile inanılmaz kötü oynadı. Şayet bir de Shaqtus takıma katılıp sağlam bir katkı yaparsa kısa süreli de olsa (dün çalışmalara katılmış biraz biraz) seri 4-2 Celtics lehine sonuçlanır diye düşünüyorum.
24 Nisan 2011 Pazar
NBA PLAY-OFF İLK TUR
NBA Play-off ilk tur serilerinde 3.ve 4. maçlar geride kalırken oluşan genel tabloyu bir gözden geçirelim. Benim açımdan özellikle maç sonuçlarında çok fazla sürpriz yaşanmadığını söyleyebilirim. Lakers’ın ilk maçta kendi sahasında Hornets’e yenilmesi, benim gibi serinin 4-0’la biteceğini düşünenler için şaşırtıcı oldu. Bir diğer sürpriz ise Chicago-Indiana serisinde gerçekleşti. Diğer serilerde ise aşağı-yukarı birbirine denk takımların mücadelesi vardı. Bu yüzden çıkacak hiçbir sonuç çok şaşırtıcı olmazdı zaten.Gelin şimdi tek tek serileri yorumlayalım.
Chicago-Indiana: (3-1) Maçlar başlamadan önce Bulls’un 1 maç verebileceğini düşünüyordum. Evet tahmin ettiğim gibi skor 3-1 ve seri Chicago’ya taşındı. Ancak Indiana’nın Bulls’u bu kadar zorlayacağını kimse ön görmemişti. Chicago’nun kazandığı 3 maç ortalama 5 sayı farklarla sona erdi ve özellikle ilk maçta Bulls’un maçı olağanüstü bir geri dönüşle kazandığını belirtmekte yarar var. Pacers’ın kazandığı tek maçta da ilk maçtakinden daha etkileyici bir geri dönüş yaptılar ancak bu sefer yeterli olmadı. Yani aslında 3-1 yerine bambaşka bir skorla karşılaşabilirdik. Play-off’a 8.sıradan giren bir takım karşısında bu kadar zorlanmalarının en önemli sebebi hücum. Savunmada hiçbir zaman geri adım atmadılar ve zaten genel karakterlerinde bu yok. Fakat hücumda tamamen D.Rose’un eline bakan bir takım haline geldiler. Rose elinden geldiğince bu yükü en iyi şekilde omuzluyor fakat kaybettikleri maçta olduğu gibi onun da yeterli olmadığı maçlar var kuşkusuz.Boozer’ın hücumda bir nebze Rose’u rahatlatması düşünülebilir fakat onun da özellikle play-off’lar söz konusuysa sorumluluktan kaçtığına çok kez şahit olduk. Seri 4-1 bitecektir fakat Chicago’nun en iyi ihtimalle konferans finaline yükseleceğini, daha ileriye gitmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum.
Miami-Philadelphia: (3-0) Tüm eşleşmeler içinde üstünlüğün en net göze çarptığı seri buydu sanırım. Miami’nin bir sistem takımı olmadığını, oyuncu odaklı bir yapıya sahip olduğunu düşününce Heatles’ın şut sokamadığı bir gecede Sixers’ın bir galibiyet alabileceğini düşünmüştüm. Fakat özellikle Wade ve Lebron o kadar konsantre olmuşlar ki, bir an önce bu turu geçip yeni rakiplerini gözlerine kestirmek istiyorlar. Sixers’ın mücadelesine saygı duyarak serinin Piladelphia’da sonlanacağını düşünüyorum.
Orlando-Atlanta: (1-2) Geçen sene Orlando’nun süpürmesinden sonra bu sene de turu geçenin Magic olacağını düşünüyordum. Böyle tahmin etmemim sebebi Orlando’nun inanılmaz bir form düzeyine sahip olması değil, Atlanta’lı oyuncuların vurdumduymaz karakterleriydi. Ancak ilk maçı kaybeden Orlando’nun Howard’ın muhteşem performansına rağmen bu kadar kötü oynayacağını beklemiyordum. Hido dahil takımın dış oyuncularının şut isabetinde %30’ları dahi bulamayan performanslarıyla serinin 1-2 olması bile mucizevi. Tabii Atlanta’nın Howard’a yardım getirmeyip, Magic kısalarına boş alan bırakmamaları da bunda etkendi. Bu arada Stan Van Gundy’nin G.Arenas’a artık süre vermemeye başladığını da ekleyelim. Atlanta’da ise pek bir değişiklik olmadığını, yalnızca ilk maçta çok iyi şut soktuklarını söyleyelim. Howard dışındaki oyuncular kendilerini bulmadıkları sürece Orlando’nun işi çok zor.
New York-Boston: (0-3) Serinin skorunun 3-0 olması sizi yanıltmasın. Sanırım oluşan bu farkı kazanma alışkanlığı ve tecrübeyle açıklayabiliriz. İlk maçı Ray Allen’ın üçlüğüyle kazanmıştı Celtics. 2.maç da çok farklı olmadı ancak Rajon Rondo’nun geri dönüşü açısından çok önemliydi. New York’taki maçta ise 15 sayı 20 asist ve 11 rib’luk triple-double ile onu özleyenlere selamı çaktı genç oyuncu. Rondo bu takım için en önemli oyunculardan biri. Onun bu performansıyla bir umut ışığı doğdu Celticslilere. Knicks ise özellikle Carmelo ile seriye tutunmaya çalıştı ancak özellikle sahip oldukları dar rotasyon ellerini kollarını bağladı. Kuşkusuz serinin Boston’a taşınıp taşınmayacağı merakla bekleniyor.
L.A.Lakers-New Orleans Hornets: (2-1) Bahsettiğim gibi en önemli sürpriz bu eşleşmede yaşandı. D.West’in yokluğunda Lakers’ın Hornets’i süpürmesini bekleyenler hiç de azınlıkta değildi. Fakat ilk maçtan önce Kobe’nin seriyle ilgili yaptığı temkinli açıklama kafalarda soru işaretlerinin oluşmasına sebep olmuştu. Ancak Kobe de dahil hiç kimse Chris Paul’un ilk maçta bu denli olağanüstü bir performans sergileyeceğini tahmin edemezdi. Kendisi çok özel bir oyuncu fakat o maçta Lakers’ın ruhsuz oyununun da yardımıyla insanüstü istatistiklere imza attı ve maçı adeta tek başına aldı. Sonraki 2 maçta ise Lakers’ın biraz silkinmesi yeterli oldu. Öyle ki ilk maçta 109 sayı yiyen takım, kazandığı 2 maçta potasında ort. 82 sayı gördü. Özellikle Gasol’un artık kendine gelmesi şart Lakers adına. Son maçta biraz daha iyiydi. Serinin 4-1 bitmesi olası diye düşünüyorum.
Oklahoma City-Denver: (3-0) İki takım arasında çok büyük farkların olmadığını, yıldızlarının farkıyla Thunder’ın daha avantajlı olduğunu düşünüyordum. İlk 2 maç beni yanıltmadı ve Durant ile Westbrook’un müthiş oyunlarıyla fire vermediler. Ancak dün gece oynanan Denver’daki maç beni şaşırttı. Şalteri indirmek üzereyken J.R. Smith’in gayretleriyle az kalsın maçı uzatmaya götürüyordu Nuggets. Geniş bir rotasyonla mücadele ettiler fakat işte Play-off’larda lider faktörü de ön plana çıktı. Kadro içinde takımı yönetecek, liderlik edecek bir oyuncu da çıkaramadılar. Artık çok şanslarının kalmadığı ortada.
Portland-Dallas: (2-2) İlk turun en zevkli, en çekişmeli serisine eşitlik gelmiş durumda. Dallas’taki 2 maçı özellikle Kidd’in beklenmeyen ekstra şut performansıyla rahat kazandı Mavs. Peja Stojakovic’in de 2. maçta eski günlerden bir demet sunduğunu da hatırlatalım. Serinin 3.maçında Matthews’ın iyi performansıyla kazanan Portland olmuştu. Blazers bu turun galibi olacaksa eğer, son maçtaki B.Roy’un müthiş geri dönüşü kesinlikle unutulmayacaktır. 3. çeyrekte bir ara 23 sayı geriye düşen Portland’da Roy, takımının moralinin sıfırlandığı dakikalarda tek başına oyuna ortak etti takımını. Roy’un olmadığı bir Blazers’ın şansının düşük olduğunu savunuyordum fakat Roy böyle oynarsa ki Dallas’ın Play-off sabıkasını da göz önünde bulundurursak Portland bir adım öne çıkıyor. Bekleyip göreceğiz.
22 Nisan 2011 Cuma
Play-Off Mevsimi- 2.Ligde Nefesler Tutuldu !!
NBA play-offlarını zaten buradan da diğer kaynaklardan da rahatlıkla takip ediyorsunuz. Bence şimdilik hiç bir sürpriz yok. Önemli olan bir tur sonraki enteresan eşleşmelerde neler olacağı.
Beko Basketbol Ligi'ne gelirsek, orada da son 2 haftaya girdik normal sezon için. Fenerbahçe liderliği Galatasaray 2.liği ve Antalya Büyükşehir Belediyesi 8. liği garantiledi. Arada kalan Banvit, Efes Pilsen, Beşiktaş, Karşıyaka ve Olin'in sıralamaları bu 2 haftalık performanslarıyla doğru orantılı olarak bir değişim gösterebilir. Ligde kalma mücadelesinde de Oyak Renault pes etti. Önümüzdeki sene tekrar yükselmenin planlarına giriştiler. Diğer düşecek takımı ise büyük ölçüde son hafta oynanacak Aliağa-Bornova maçı belirleyecek. Aliağa geçtiğimiz hafta içi oynanan maçta Türk Telekom'u zor da olsa yenerek Bornova'nın bir galibiyet önünde yer aldı. Ligin ilk yarısındaki maçı 70-64 kazanan Aliağa şu an kısmen daha avantajlı gözüküyor. Bu hafta da hedefsiz Trabzon'la oynayacakları düşünülürse bir sürpriz galibiyete daha imza atıp ligde kalmayı garantileyebilirler.
Fazla etrafında dolandım anlatmak istediğim konunun ama şöyle kısa bir özet geçmek istedim. Esas dikkat çekmek istediğim, bildiğim, okuduğum ve gördüğüm kadarıyla size anlatmak istediğim bir play-off serüveni daha var. O da Türkiye Erkekler Basketbol İkinci Ligi. Belki çok ilginizi çeken bir lig olmayabilir ama çekişme, rekabet ve hatta kalite olarak çoğu Avrupa Ligi'nin birinci ligi kıvamında maçlar oynanıyor. Bunu en iyi de Olin Edirne'nin o karakterli ve sarsılmaz sisteminden anlayabilirsiniz. Ya da sezon içinde pek ellerinde olmayan sebeplerle git-geller yaşayan Trabzonspor'un zaman zaman oynadığı kaliteli basketboldan anlayabilirsiniz.
İlk ayağı İstanbul'da diğer ayağı da Eskişehir'de lig usulü olarak oynanacak dörtlü finallere kalan takımlar: Genç Banvitliler, Hacettepe Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi ve Kepez Belediyesi. Teker teker takımların buraya nasıl geldiklerini inceleyip size de bilgiler vermeye çalışalım.
Genç Banvitliler: Tahmin edeceğiniz gibi Banvit'in pilot takımı kıvamında 2.ligde yarışan Bandırma temsilcisi A grubunu sadece 3 mağlubiyet alarak lider bitirdi. Play-off ilk turunda Akhisar Belediyesi'ni zor da olsa 2-1'le geçtikten sonra çeyrek finalde Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'yle eşleşen Genç Banvitliler ilk maçı 64-39 ( yazıyla otuz dokuz ) ikinci maçı da 78-70 kazanarak son dörde kalmayı başardı. Kadrosunda Ufuk Gürgen, Marko Kolaric, Erol Can Çinko, İzzet Türkyılmaz gibi oyuncuları barındıran Genç Banvitliler bakalım play-off'ta neler yapacak.
Hacettepe Üniversitesi: Normal sezonu 6 mağlubiyet alarak B Grubu'nda ikinci olarak bitiren Hacettepe Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi maçında yaşananlardan dolayı hem bazı maçlarını seyircisiz oynadı hem de Dearman gibi çok değerli bir yabancılarını birkaç maç kullanamadı. Play-off ilk turunda Pertevniyal'le eşleşmek Hacettepe için ciddi bir test oldu birinci lige çıkma yolunda. Çünkü karşılarında ligin en genç fakat bir o kadarda dinamik, tempolu takımı vardı. İlk maçı Ankara'da rahat kazanmayı başardılar. Fakat ikinci maçta - bende salondaydım- Pertevniyal geriye düşmesine rağmen çok iyi geri geldi ve öne geçti. Maçın sonunda ise Hacettepe tecrübesini ortaya koyarak 65-64 kazanarak çeyrek finale çıktı. Çeyrek finalde karşılarında yine çok güçlü bir ekip vardı; Vestel. İlk maçı bir sayıyla kazanan Hacettepe deplasmanda rakibine mağlup oldu. Sezonun tamam ya da devam maçını kazanan Ankara temsilcisi kendini dörtlü finallere attı. Kadrosunda Önder Külçebaş, Özgür Adıgüzel, Derya Yannier, Kerem Öztoprak, Onur Altınmakas gibi yerlilerin yanında çoğu takımın sahip olamadığı kalitede Dearman ve Kenny Adeleke gibi yabancıları bulunduran Hacettepe'de tek hedef lige çıkmak.
Selçuk Üniversitesi: Hikayesi en enteresan takım sanırım Selçuk Üniversitesi. Onlar birinci lige fazlasıyla alışık bir takım aslında. Sene başında da bu hedef doğrultusunda bir kadro kurdular. Fakat işler düzgün gitmeyince seri antrenör değişikliklerine başvurdular. Son durakları ise Halil Üner oldu.Sezonu B Grubu'nda 5.sırada bitiren Selçuk Üniversitesi doğal olarak hiçbir seriye saha avantajıyla çıkamadı. İlk turda Uşak Üniversitesi'ni iki maçta rahat geçen Selçuk, çeyrek finalde ise bu sezonun en güçlü takımıyla karşı karşıya geldi. Optimum Ted Ankara Kolejliler bütçesiyle, yabancılarıyla, tecrübeli koçu Hakan Yavuz'la lige çıkmasına neredeyse kesin gözüyle bakılan bir ekipti. Ankara'da oynanan ilk maç müthiş çekişmeli gitti ve Selçuk Üniversitesi buradan altın değerinde bir galibiyet çıkardı. Konya'daki maç ise uzun yıllar unutulmayacak türdendi. Bir ara farkı 19 sayıya kadar çıkartan Optimum Ted bu farkı maç sonuna kadar koruyamadı. Müthiş bir geri dönüş gerçekleştiren Halil Üner'in öğrencileri antrenörlerinin herkesce malum olan " şapkadan tavşan çıkarma" geleneğine yardımcı oldular ve son 4'e kaldılar. Kadrolarındaki oyuncuları soracak olursanız çoğu için bunların 2.ligde ne işi var diyebilirsiniz: Caner Şentürk, Fırat Aydemir, Murat Yolcu, Alican Güney, Cihad Şahin, Azizcan Özdemi ve yabancıları Brian Boddicker.
Kepez Belediye: Şu 3 takımdan çok farklı bakıyorum açıkçası Kepez'e. Bu yüzden onlarla ilgili taraflı yazacağım şimdiden söyliyim. Çünkü diğer takımlar çok ciddi bütçelerle kurulmuş, arkalarında sağlam destekler bulunan, sezon içi yaşanan herhangi bir sıkıntıya rahatlıkla çözümler üretip gerekirse antrenörü gerekirse yabancıyı değiştirebilmiş takımlar. Kepez Belediye'nin onlardan farkı tabir-i caizse veresiye kurulmuş bir takım olmaları. Yani herhangi bir bütçe üzerinden değil, biz takımı kuralım nasılsa idare ederiz mantığıyla kurulmuş bir takım. Bu yüzden sene içinde çok büyük sıkıntılar çektiler, oyuncular aylarca paralarını alamadı. Sahada oturma eylemi yaptılar, antremanları boykot ettiler vs vs vs. Ama koçları Aziz Demir'in müthiş özverisi ve yerli oyuncuların toparlayıcı özelliklerine Marcus Hall gibi müthiş bir skorer eklenince buralara kadar geldiler. Normal sezonu B Grubu'nda üçüncü bitirip Final Gençlik'le eşleştiler. Onları eledikten sonra çeyrek finaldeki rakipleri ise benim takip etmekten çok keyif aldığım ligin bir diğer pilot takımı Genç Telekom'du. İki maçı da zorlanmasına rağmen kazanan Kepez dörtlü finali bekliyor. Açıkçası bende onlarla bekliyorum. Kadrolarına gelirsek eğer , Erhan Yetim, Cihan Amasyalı, Altay Özgürancı, Gürol Karamahmut ve Marcus Hall önemli oyuncuları.
Evet 4 takımı da kendi bilgim ve ilgim dahilinde incelemeye çalıştım. Maçlar 29-30 Nisan-1 Mayıs tarihlerinde Abdi İpekçi, rövanşlarıda 6-7-8 Mayıs tarihlerinde Eskişehir'de olacak. Ben iki ayağı da izleyeceğim. Müthiş keyifli maçlar olacak. Şimdiden renk veriyim. Bir Kepez taraftarı olacağım ve onların lige çıkacağına yürekten inanıyorum. Diğer lige çıkan takım ise benim fikrime göre Selçuk Üniversitesi olacaktır.
Tüm takımlara başarılar. Gelişmeleri buradan takip edebilirsiniz.
Kevin Love En Çok Gelişme Gösteren Oyuncu!
Minnesota Timberwolves’un genç yıldızı Kevin Love kuşkusuz bu seneye damgasını vuran oyunculardan biriydi. Bu seneki diğer normal sezon ödüllerinde olduğu gibi “En Çok Gelişme Gösteren Oyuncu” ödülünde de sonuç apaçık ortadaydı. 22 yaşındaki Love 20.2 sayı 15.2 ribaunt ortalamalarıyla tamamladı sezonu. Geçen sezonki 14.0 sayı 11.0 ribauntluk ortalamalarını göz önünde bulundurduğumuzda kendini fazlasıyla geliştirdiğini söyleyebiliriz. Tabii 6. adam rolünden sıyrılıp ilk 5’e yerleştiğini ve dakikalarının da arttığını belirtmekte yarar var. Özellikle 15 ribaunt ortalama yapmak gerçekten çok etkileyici fakat bunun dışında bahsedilmesi gereken birçok başarısı vardı Love’un. Onlardan biri 53 maç art arda double-double yaparak yaklaşık 30 yıllık bir rekoru tarihe gömmesiydi. Bir diğer rekor ise Kasım’daki Knicks maçında yaptığı 31 sayı 31 rib ile 1982’de Moses Malone’un 30 sayı 30 ribaunt’undan sonra bu barajı geçmeyi başaran ilk oyuncu olmasıydı.
Rakamlar muhteşem fakat Kevin Love’un yalnızca 17 galibiyet alabilen lig sonuncusu Minnesota takımında forma giydiğini de unutmamak gerekiyor. T-Wolves’un çoğu maçı henüz 2.çeyrekte koptu ve genellikle o noktadan sonra rakip takımlar oyunu rölantide tutup, diğer maçlarda şans bulamayan oyuncularına dakika verdiler. Bu sebepten Love’un istatistiklerinin çok gerçekçi olmadığıyla ilgili haklı görüşler ortaya atılıyor. Eğer başka bir takımda forma giyseydi belki bu rakamlara ulaşamayacaktı. Bu bilinmez fakat ligin sonuncusunda oynuyor olması onun suçu değil ve bu durum onun değerini düşürmüyor. Sonuçta 30 yıllık rekorları kıran bir oyuncudan bahsediyoruz ve T-Wolves da bu 30 yılın en kötü takımı değil. Bu süreçte birçok başarısız takım oldu, rakipleri oyunu rölantide tuttular fakat bu takımların hiçbir oyuncusu bu istatistiklere yaklaşamadı bile. Yeteneğinin üstüne bir şeyler koymasını bilen, çalışkan bir oyuncu kendisi. Açıkçası Kevin Love’un etrafına kurulacak iyi bir takımla göstereceği performansı sabırsızlıkla bekleyenlerdenim.
21 Nisan 2011 Perşembe
Lamar Odom En İyi Altıncı Adam
Herkesçe beklendiği gibi bu ödülün sahibi Lakers’ın 31 yaşındaki yıldızı Odom oldu. Lakers tarihinde bu ödülü ilk kazanan unvanına kavuşan Lamar Odom, bu sezon kariyer rekoru olan %53 şut yüzdesi ile 14.4 sayı, 8.7 ribaunt ve 3 asist ortalamalarıyla oynadı. Bu ödülü kazanabilmek için en önemli şart, oyuncunun kenardan geldiği maç sayısının ilk 5 çıktığı maç sayısından fazla olması. Odom bu sene Lakers’ta Bynum’ın artık adet haline gelen sakatlıkları sayesinde 35 maçta ilk 5 oynarken, 47 maçta da takımına kenardan katkı yaptı. Daha çok kenardan gelmesine rağmen bana kalırsa Lakers’ın en önemli oyuncularından biri kendisi. Boyuna rağmen çok iyi bir tekniğe sahip olması ve zaman zaman topu hücum alanına onun getirmesi, dışarıdan yüzdeli şut atması, iyi bir ribauntçu olması, bencil olmaması ve takım için her şeyini ortaya koyması onu fazlasıyla özel kılan unsurlar. Fakat bu kadar özel bir oyuncunun yeteri kadar takdir görmediği de ortada. Düşünün ki, 31 yaşındaki Odom henüz All-Star gururunu yaşayamadı.
Ödülün verildiği törende Odom gözyaşlarına hakim olamamış ve “Burada olmasını çok istediğim birkaç kişi vardı” demiş. Odom’un 12 yaşında annesini, 2006 yılında da 6 aylık bebeğini kaybettiğini hatırlatmakta fayda var. Odom’un Kim Kardashian’ın kardeşi Khloe ile evli olması ve evlilik hayatlarıyla ilgili bir reality show’da oynaması onu iyice göz önünde tuttu. Lamar Odom, bu durumun performansını etkileyeceğine dair şüphelere en güzel yanıtı da bu ödülle vermiş oldu sanırım. Kim Kardashian’ın erkek arkadaşı, Nets’de forma giyen Kris Humphries’in de bu sezon performansını oldukça yükseltmiş olduğunu göz önünde bulundurursak, takım yönetimlerinin Kardashian kardeşlerle birer plaket! armağan etmeleri yerinde olacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)