height="600" src="http://www.flatcast.com/de/Player.aspx?sid=338122" width="800"> > < /div>

1 Mart 2011 Salı

Pilav Olmadı Bari Lapa Yapalım!! ( Spor Hukukçusu Talat Emre Koçak )

Türk sporunun yapısal sorunları uzun yıllar içinde görüntü değiştirse de aslında belli bir daireyi izleyerek aynı yörüngede hareket etmektedir. Bundan yıllar önce sporun kendine has bir yargı sistemi olması gerektiği anlaşıldığında akla ilk gelen formül de bu yapıyı kanuni bir zemin içinde ele almak ve spor yargısını genel yargıdan kanun metinleri sayesinde ayırmak olmuştur. 3289 da, 3813 de, 5719 da, 5894 de bu amaca hizmet etmiştir. Ama sorunu kanun metinleri çözememiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin bir yıl ara ile vermiş olduğu iki karar – her ne kadar kararlar içerik olarak eleştiriye açık olsa da- göstermiştir ki, Türkiye’nin oluşturmaya gayret ettiği spor yargısı sistemi sorunludur.
Sorunu ele almaya geçmeden ve çözüm önerileri üretmeye gayret etmeden önce sorunun analiz edilmesi için cevaplandırılması gereken bazı sorular ortaya atmakta yarar vardır. Örneğin;

-        Türkiye’deki spor yargısı sorunu Türkiye’ye has bir sorun mudur?
-        Sorun spor yargısıyla sınırlı bir sorun mudur?
-        Birkaç ufak değişiklik ile sorun halledilebilir nitelikte midir?

Ya da tüm bu sorulardan önce başka bir soru soralım biz en iyisi… Sorun nedir?
Sorun aslında şudur: Türkiye, kendine has bir spor yargı sistemi oluşturmaya gayret ederek diğer dünya ülkelerinden uzaklaşmış, bunu yaparken dünyanın da bu yöntemi uyguladığı gibi gerçeklerden uzak bir anlayışı empoze etmiş ve tüm bunların sonunda da spor yargısı genel yargıdan git gide kopartılmıştır. Şu anda Türkiye’nin spor yargı sistemi, uzay boşluğunda yörüngesini kaybetmiş bir kuyruklu yıldızdan farklı değildir. Son dönemlerin moda anlatımıyla, Quantum fiziğindeki atom altı parçacıkların düzensizliğine benzer bir sorun halini almıştır, Türk spor yargısı sorunu.
Birileri bir gün çıkıp demiştir ki, uluslar arası federasyonlar tüm spor yargısının ulusal spor federasyonları bünyesinde halledilip sonuçlandırılmasını istemektedir. Daha sonra o birileri bu yaklaşımı sürdürerek demiştir ki, aslında spor federasyonları kanunla kurulmalıdır ve özerkliklerini de bu metinlerden almalıdır.

Şehir efsanelerine son vermek gerekirse;
1-     Dünya’da hiçbir ulusal federasyon yoktur ki kendisine has bir kanunla kurularak tüm hukuk sistemi içinde kanuni bir özerklik alsın ve bağımsız beyliğini ilan etsin.
2-    Dünya’da hiçbir ulusal federasyon yoktur ki, kendisine bağlı tüm sporcu ve kulüplerin her türlü sportif hukuki sorununu münhasıran çözsün ve genel yargıyı ring dışına itsin.
3-    Avrupa’da hiçbir ülke yoktur ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalasın ancak bu Sözleşme’nin 6. Maddesini bu şekilde hiçe saysın.
4-    Dünya’da hiçbir federasyon yoktur ki, o ülkede diğer tüm sporlardan farklı bir teşkilat yapısına sahip olabilsin ve diğer spor dalları bu duruma tepki göstermesin, benimsesin, sussun, o sporu kendi ağabeyi gibi görsün ve ayaklanmasın…

Bu sonuncu örnek benim yıllardır kafamı çok meşgul etmektedir. Neden futbola tanınan imtiyaz, verilen değer, gösterilen anlayış atletizm sporu için söz konusu olmamaktadır. Tenis de en az futbol kadar olimpik, futbol kadar rekabetçi, futbol kadar uluslar arası ve futbol kadar değerli değil midir? Tüm sporlar bir yana futbol bir yana…

Puzzle’ın kayıp parçaları bir bir çıkmaktadır aslında ortaya. İlk sonuç: “Her spor özerktir bu ülkede ama FUTBOL daha bir özerktir…” Öylesi yakışır çünkü futbola… Nedenine ne derseniz deyin ama Türkiye’de spor bir yana futbol bir yana… Futbol yargısı da daha bir yana…
Aslına bakılırsa Avrupa Spor Modeli kapsamında ve Olimpik Hareket ekseninde ülkelerdeki spor federasyonları kulüplerin ve sporcuların bir arada kurdukları federasyonlarca teşkilatlanmalı ve bu yapılar üst kuruluşların koyduğu temel metinleri kabul ederek olimpik çatıda buluşmalıdır. İdeali budur. Ama bu model ülkemizin tepeden inmeci spor yapılanmasına yakışmazdı, bu böyle olamazdı, olmadı da… Mesela IOC’nin Olimpik Şartı der ki, bir ulusal olimpiyat komitesine en az 5 (beş) adet ulusal spor federasyonu bağlı bulunmalıdır.

Ülkemizin gözbebeği sporu, en değerli sporu futbol TMOK’a bundan 3-4 yıl kadar önce üye oldu… Biliyor muydunuz? Daha yeni yani… TFF’nin üye olması gereken TMOK ise TFF’ye üyeydi. Bunu biliyor muydunuz? Asıl ilginç olan da bana kalırsa ikincisidir. Kim kime bağlı, kim kimin üyesi, anlamak mümkün değil…
Belli ki, Olimpik Hareket ve yapılanma bize uymadı, biz de kalktık kendi yapımızı oluşturmaya gayret ettik. Bunu kimler, nasıl yaptı? Tabii ki devlet içinde bu işi yıllardır yapan devlet memuru hukukçu ağabeylerimiz, sporu eşine ender rastlanabilecek bir zihniyet ile en tepesinde Gençlik Spor Genel Müdürü’nün bulunduğu bir teşkilat içinde özerkliği “bahşederek”, bunu bahşederken federasyonların genel kurullarında büyük çoğunluğu kendi ellerinde tutmaya özen göstererek, gerekirse federasyonlara doğrudan müdahale ederek, top benimse kuralı da ben koyarım diyerek…
Bisiklete binmeyi öğrenmeye gayret eden bir çocuk düşünün. Sürekli olarak birilerinin yardımıyla bisiklete binerse bu çocuk, bisiklete binmeyi öğrenemeyecek… GSGM de ulusal federasyonların her zaman içinde, her an tepesinde ve her daim kural koyma pozisyonunda…
Sonda söylemek istediğimi şuracıkta söyleyivereyim, “TÜRKİYEDEKİ SORUN SPOR YARGISI SORUNU DEĞİL, SPOR YAPILANMASI SORUNUDUR!”. Bu sorunun bir yansımasıdır spor yargısının sorunu…
Hep dediğimiz gibi, federasyonlar kendi sporlarının devletidir… Yasaması vardır, yürütmesi vardır ve belli bir oranda da yargı erki kullanır. Sorun bizce, yargı sorunuyla sınırlı değildir. Sorun bu devletin yapılanması sorunudur.
En başta sorduğumuz soruları cevaplamaya başlarsak sorunun içindeki soruna da nüfuz etme imkanımız olacaktır.

1-     Sorun Türkiye’ye has mıdır?
Değildir. Dünya’da “sportif istisna” denilen bir kavram doğmuştur 1974 yılında Avrupa Adalet Divanı tarafından verilen Walrave kararıyla. Bundan sonraki birçok kararda da bu konu tartışılmıştır. Spor, kendine has ihtiyaçları ve doğası gereği diğer sosyal faaliyet alanlarından farklıdır. Spor farklı kılan faktörler:

  • o   Merkezi bir otorite tarafından koordine edilme ihtiyacı,
  • o   Rekabetin olabildiğince korunduğu bir denge,
  • o   Kısa sürede tekrar eden müsabakalar zinciri,
  • o   Uluslar arası nitelik,

Bu niteliklerin farkında olan Avrupa Spor Modeli, sporu belli alanlarda Birlik Hukuku dışında bıraktırmıştır. Ama çok temel bir kriter koyarak: “spor, ne zaman ki ekonomik bir iş, bir faaliyet halini alır ise işte tam da o anda Birlik Hukuku prensipleri devreye girer…”
Avrupa’da yıllardır yaşanan sorun uluslar arası federasyonlarla Avrupa Komisyonları arasındaki sınırın çizilme sorunudur. Sporun ekonomik büyümesi ve artık tüm “saf sportif” konuların bile ekonomik yansımalarının olması bu sorunu daha da arttırmaktadır. Walrave kararında, vatandaşlık kriterleri konulmasının sportif gerekliliklere bağlı olduğu ve Birlik hukuku kapsamı dışında olduğu söylenmiştir. Deliege kararında, milli takıma seçilme uygunluğunun spor federasyonlarınca düzenlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Meca-Medina’da doping yasaklamalarının sportif gerekliliklere hizmet ettiği vurgulanmıştır.
Bu kararlara ve özellikle de bir üyesi olmak için uğraş verdiğimiz Avrupa Birliği mevzuatı uyarınca yaşanan sorunlara gözlerini – kulaklarını kapatan bir zihniyetin sorunu ulusal düzlemde ele alarak çözme çabası son derece yanlıştır.

2-    Sorun spor yargısına has bir sorun mudur?
Sporu kanunlarla ve yasama meclislerinden sürekli taleplerde bulunmak suretiyle teşkilatlandırmaya gayret ettiğiniz sürece spor yargısı sorununu da yaşamaya mahkûm olursunuz. Neden?
Kanun metninin içine –adına ne derseniz deyin, ki ben Tahkim Kurulu ifadesini kullanmaktan ısrarla kaçınmaktayım zira klasik anlamda bir tahkim yapılanması söz konusu değildir- bir yargı merciinin belli konularda münhasıran yetkili karar vereceğini yazdığınız zaman zorunlu kanuni bir yargı sistemi yaratmış olursunuz.
Yani özetle denilebilir ki, bir kanunuz var ise, içine ne yazarsanız yazın kanuni hale gelir. Bir şeyin kanuni olması ise hukuki olduğu anlamına gelmez. Bir örnekle açıklamak gerekirse, TFF bir dernek olsa idi dernek tüzüğünde yazan düzenleme üyelerini bağlardı ve kanuni bir zorunluluk haliniz almazdı. Türkiye Tütüncüler Birliği’nin kanunla kurulmuş özerk bir kurum olduğunu varsayalım. Birlik üyelerinin her türlü ihtilafı münhasıran birlik içinde kurulan bir hakem heyeti tarafından karara bağlanır ve bu kararlar da yargıya kapalıdır demek ne kadar gayri hukuki ise, şu anki spor yargısının ekonomik nitelikli ihtilafları için de sorun aynıdır.
Ama şunu demekten kendimizi alıkoyamayız hiçbir zaman. Sportif düzenlemeler en ideal şekilde spor kurumları bünyesinde kurulacak kurullarca karara bağlanır. Bu kabulün ardından ise, madem ki bu yapı ideal, o zaman bunu zorunlu hale getirelim diyemeyiz.
Sorunu iki başlık içinde incelediğimiz daha anlaşılır hale gelebiliriz. Sportif ihtilaflar kendi içinde ikiye ayrılırlar:
  1. Disiplin boyutu bulunan ihtilaflar,
  2. Ekonomik boyutu bulunan ihtilaflar,
İlk tip ihtilaf türü, spor federasyonları tarafından konulmuş sportif nitelikli kurallara aykırılıklar nedeniyle çıkan ihtilaflardır ve bu konularda disiplin kurulları kararlar almaktadır. Bu tip ihtilaflar dünyanın genelinde –Amerikan Spor Modeli de dahil- spor kurumları bünyesinde ele alınarak karara bağlanır. “Sportif İstisna” kavramı burada devreye girmeli, spor bu bakımdan “görece ayrıcalıklı” bir statü içinde ele alınmalıdır.
Bir sporcunun yaptığı bir eylem nedeniyle alacağı iki müsabakadan men cezasını devlet yargısı iki temel nedenden dolayı değerlendirmemelidir:

1-     Konu uzmanlık gerektiren teknik bir konudur ve kısa bir sürede karara bağlanmalıdır,
2-    Uygulanacak düzenlemeler devlet kanunları değil federasyon talimatlarıdır. Hiçbir devlette yargı erkini kullanan şahıslara bir kurumun kendine has düzenlemelerini de kanun metinleri gibi değerlendirerek karar ver denilemez.
Gelelim ekonomik boyutu bulunan ihtilaflara… İşte temel sorun da burada başlıyor. 1995 yılında verilen Bosman kararında A.A.D, işçi hakları, sözleşme serbestisi ve emeğin serbest dolaşımı gibi konularda spor kurumları Birlik hukukuna taban tabana zıt düzenlemeler getiremez demiştir. Spor, sportif menfaatler sınırında, sporun gereklilikleri göz önünde tutularak bazı istisnai düzenlemelere sahip olabilecektir. Örnek vermek gerekirse, kulüplerin sporcu yetiştirmek için katlandıkları maliyetlerin standart bir şekilde yeni kulüpler tarafından ödenmesini öngören düzenleme sportif menfaatler ve alt yapı yatırımlarını teşvik anlamında kabul görmektedir.
Söz konusu ihtilafların karara bağlanacağı mercilerin münhasıran spor federasyonları bünyesinde kurulmasını öngören düzenlemelerin ise bu kapsamda kabulü mümkün değildir. Almanya’da bir sporcu ile bir kulüp arasındaki sözleşmeden doğan bir ihtilaf sadece ve sadece iş mahkemelerinde çözümlenebilir. İşçi – işveren düzenlemeleri münhasıran kamu düzenindendir çünkü Almanya’da. Aynı durum İspanya için de geçerlidir. Demek ki, Avrupa üzerinde münhasır bir spor yargı sistemi kurulabilmiş değildir.
Bir parantez açıp belirtelim ki Bosman davası 1990 yılında başlamış ve kararın verildiği 1995 yılında Bosman sporu çoktan bırakmıştır. Demek ki, bir denge kurmak şarttır. Sporun doğasına aykırıdır bu kadar uzun sürede kararlar almak…
Gelelim Türkiye’ye… Türkiye’deki bir sporcu ile bir kulüp arasındaki ihtilaf İş Kanunu kapsamı dışındadır. Bu düzenlemeden hareketle denilebilir ki, sporcular isterlerse ihtilaflarının hakemler eliyle çözülmesine rıza gösterebilirler. Hâlihazırda ise, böyle bir tercih şansı taraflara bırakılmamıştır. Taraflar, kendi ihtilaflarında karar verecek hakemleri bile seçme şansından yoksun bırakılmıştır.

3-    Birkaç ufak değişiklikle sorun halledilebilir mi?
Halledilemez. Spor teşkilatlanması bir sivil toplum hareketi niteliğini almadan, spor yapılanması yeniden şekillenmeden, tek başına spor yargısını tartışmak anlamlı değildir.
Şimdi sorunlara ufak ufak çözüm önerileri verme zamanıdır. Klasik anlayışımızı sürdürerek ve ortada dimdik duran Anayasa Mahkemesi kararlarını hiçe sayarak sorunu bu sefer aşamayız, aşmaya da çalışmamalıyız
Çözüm önerilerimiz:

1-     Spor federasyonları GSGM çatısından kurtarılmalı ve gerçek anlamda özerk olmalıdır. Bu yapı içinde devlet doğrudan düzenleyici ve denetleyici rolü bırakmalıdır. Spor gerçek anlamıyla bir sivil toplum hareketi halini almalı, o spora gönül vermiş kişilerce teşkilat yapısı oluşmalıdır.

2-    Spor kurumları içinde ihtiyari bir ihtilaf çözüm mekanizması oluşturulmalı ve taraflara, kendi ihtilaflarında karar verecek hakemleri seçme imkânı tanınmalıdır.

3-    Spor kurumları tarafından verilen kararların yargı mercileri tarafından sadece usuli incelemesi söz konusu olabilmelidir. Disiplin ihtilafları federasyonlar bünyesinde karara bağlanarak sona ermeli, bu inceleme sadece ekonomik boyutu bulunan ihtilaflar için söz konusu olabilmelidir. (Bir futbolcu ihtilafının spor federasyonu bünyesindeki yargı merci tarafından çözülmesini talep ettikten sonra bu kararın adli yargıda esastan ve en geniş şekilde denetime tutulmasını da talep edememelidir. Zira spor federasyonu bünyesindeki yargı merci doğrudan federasyon talimatlarını ve uluslar arası spor yargı kurumları içtihatlarını uygulayarak ihtilafı çözecektir. Bu düzenlemeler ise devlet yargısı için bağlayıcı değildir ve esasa uygulanacak hukuk olarak da dikkate alınamaz.)

4-    Son ve en önemlisi, spor teşkilatı yeniden yapılandırılırken hiçbir spor diğerinden kayırılmamalı ve “evlat seçen ebeveyn” yaklaşımı sona erdirilmelidir. “FIFA ve UEFA böyle buyurdu” anlayışı ile spor yapılanmasını oluşturma çabasının bireylerin şahsi menfaatlerine hizmet eden sonuçlar doğurduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Sonuç olarak, bu ülkedeki spor yargısı sorunu spor yapılanmasındaki sorunun sadece bir yansımasıdır. Sürekli olarak yasama meclisleri eliyle spor teşkilatı oluşturmaya çalıştığımız sürece, sürekli olarak tepeden inmeci ve devletçi bir yaklaşımla federasyonları düzenlemeye çalıştığımız müddetçe ve dünyadaki spor yapılarını hiçe sayan bir anlayışla bu sorunların üstesinden gelebilmemiz son derece zordur.

Sportif yapılanmayı modelleyen ağabeylerimize ise ufak bir sitem etmeden yazıyı bağlamayacağım. Bu ülkede artık gözünü dünyaya dikmiş ve Türkiye dışında neler olduğunu bilen ve spor hukukuna gönül veren yüzlerce genç insan mevcut. O nedenle yapılan her çalışmaya doğrudan uygulamanın içinden gelen, yurtdışında birçok çalışmalar yapmış ve yeni bir gözle sorunlara yaklaşmaya hevesli bu genç arkadaşların Türk spor yapılanmasının oluşumunda son derece yararlı olacakları açıktır. Yapılan kanun çalışmalarının kapalı kapılar ardında yapılması, paydaşların aktif katılımından korkan bir anlayışla sporu düzenleme kaygısı bizi bir yere götürmeyecektir. Emin olun ki, bizim evlatlarımız, bayrağı bizler devraldığımızda yapacaklarımızı, bizim sizlerin yaptıklarını eleştirdiğimiz kadar eleştirmeyecekler.
Bu sefer de “pilav olmadı bari lapa yapalım” zihniyetiyle hareket edilmemesi temennileriyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder